Translate

18 Ekim 2025 Cumartesi

Rumeli kültürü

 Rumeli kültürü


dediğimiz şey, coğrafyadan daha büyük, tarihten daha derin, folklordan daha canlı bir ruhtur. Rumeli sadece bir bölge değildir. Rumeli, Türk’ün Avrupa’daki nefesidir. Bu nefes kimi zaman İstanbul terbiyesi kadar zarif, kimi zaman Balkan dağları kadar sert, kimi zaman göç yolları kadar hüzünlü, kimi zaman düğün meydanları kadar neşelidir. Rumeli kültürü bu dört halin aynı bedende birleşmiş halidir.


Rumeli Türkü hem savaş görmüş hem medeniyet kurmuştur. Hem kaybetmiş hem direnmiştir. Hem başkentte yaşamış hem sürgün yemiştir. Bu yüzden Rumelili insanın karakteri tek boyutlu değil, katmanlıdır. Görgülü ama kibirli değildir. Neşeli ama laubali değildir. Hüzünlü ama karamsar değildir. Sert ama kaba değildir. Cesur ama gözü dönmüş değildir. Bu denge, başka hiçbir coğrafyada bu kadar ustalıkla tutturulamamıştır.


Anadolu Türkü toprağın insanıdır. Rumeli Türkü ise tarih ve hafızanın insanıdır. Anadolu’da töre kökse, Rumeli’de hatıra köktür. Bu yüzden Rumeli insanı geçmişini asla unutmaz. Nereden geldiğini bilir. “Biz Üsküplüyüz, biz Manastırlıyız, biz Selanikliyiz” demek onun için sadece yer belirtmek değildir; kimlik, onur, aidiyettir. Kaybedilen toprakların acısı hâlâ kuşaktan kuşağa aktarılır. Dedelerin mezarı orada kaldıysa, Rumelili çocuk bile o acının ağırlığını hisseder.


Rumeli’de aile hayatı Anadolu’ya göre daha açıktır. Evler küçüktür ama kalpler geniştir. Büyük saygı görür ama küçük susturulmaz. Sofrada herkes konuşabilir. Kadın evin içinde hapsedilmez; toplumsal hayatta yer alır. Rumeli’de kadın-erkek yan yana oturur, birlikte sohbet eder, birlikte karar alır. Rumeli kadını güçlüdür, zekidir, lafını bilir, sözünü esirgemez. Erkeği de bu gücü kabul eder. Rumeli erkeği “delikanlı”dır ama dayatma yapmaz. Erkeklik göstererek adamlık kazanılmaz; zarafetle, vefa ile, adaletle kazanılır. Bu yüzden Rumeli efendiliği diye bir kavram vardır. “Efendi adam” olmak, sadece kibar olmak değil; adil, vicdanlı, tutarlı, sözünün eri olmak demektir.


Komşuluk Rumeli’de kan bağı kadar kuvvetlidir. Kapılar kilitlenmezdi. Kimse randevuyla misafirliğe gitmezdi. Akşamları avluda, balkonda, kapı önünde herkes toplanır, çay demlenir, muhabbet edilir. Mahalle sadece oturulan yer değil, sosyal ailedir. Bir evde düğün varsa bütün mahalle yardım eder. Bir evde cenaze varsa herkes yas tutar. Kimse kimseyi yalnız bırakmaz. “Biz” duygusu Rumeli’nin en büyük hazinesidir.


Rumeli Türkçesi berraktır. İstanbul Türkçesine en yakın konuşma Rumeli’den çıkar. Çünkü Osmanlı’nın eğitimli, şehirli, okumuş kitlesi büyük oranda Rumeli’dendir. Kadı, paşa, subay, öğretmen, hattat, şair… Birçoğu Rumeli kökenlidir. Bu yüzden dil temizdir, telaffuz düzgündür. Ağız vardır ama kabalık yoktur. Rumelili biri küfretse bile kulağa zarif gelir çünkü ifade tarzı bile estetik taşır. “Yavaş ol hele…” dediğinde tehdit etmez ama duruş koyar. Kelimeler bazen Balkan dillerinden etkilenir, “komşina, sepetko, peçenek” der, ama cümlenin ruhu tamamen Türktür.


Rumeli’de yemek sadece karın doyurmak değildir. Sofra bir kimliktir. Rumeli mutfağı sade ama derin lezzetlidir. Gösterişsizdir ama zevklidir. En bilinen yemekler: Boşnak böreği (burek), su böreği, kol böreği, çiğ börek (Tatar etkisiyle), Arnavut ciğeri, papara (bayat ekmeği tirit yaparlar), kaçamak (mısır unuyla yapılan ama kuymak gibi değil), kelle paça (baharatı hafif, limonlu), yoğurt mutlaka sofradadır. Tatlılarda kaymaçina, trileçe (yeni bir tatlı olsa da mantık Rumeli), revani, şerbetli ama hafif tatlılar. Rumeli sofrasında aşırılık yoktur. Her şeyin kararı vardır. Ekmek, yoğurt, turşu, börek… Basit ama rafinedir. Çünkü Rumeli kültürü içten gelen zarafettir, dıştan değil.


Rumeli giyim kuşamında da zarafet vardır. Osmanlı’nın şehir modası halka kadar iner. Kadınlar entari giyer, başörtüsü bağlar ama yüzünü örtmez. Erkekler setre pantolon, yelek, fes ya da şapka takar. Köylüsü bile şıktır. Temizlik, düzen, özen Rumeli kültürünün temel alışkanlığıdır. “Üstün başın düzgün olsun” lafı boşuna değildir.


Düğünler Rumeli’nin en görkemli adetidir. Düğün sadece iki kişinin evlenmesi değil, bütün mahallenin bayramıdır. Kadın-erkek birlikte oynar. Oyunlar hızlıdır, hareketlidir. Klarnet başroldedir. Keman eşlik eder. Tambura, darbuka, def, bazen davul-zurna. Hora oynanır, oro oynanır, çiftetelli coşturur. Ama düğünün ortasında bir anda hüzünlü türkü çalınır. Çünkü Rumeli neşeyi de hüznü de aynı anda yaşar. Anadolu’da zeybek ağır ağır yürür, Rumeli’de hora coşarak akar. Biri Anadolu’nun vakur duruşuysa, biri Rumeli’nin içindeki fırtınadır.


Sünnet, nişan, asker uğurlama… Her biri hem ritüel hem şölendir. Sünnette çocuk korkmasın diye şakalaşılır. Nişanda kahve tuzlu yapılır ama küçük düşürmek için değil, tatlı bir oyun için. Asker uğurlamada ağlayan da olur, oynayan da. Çünkü Rumeli insanı duyguyu saklamaz. Ağlamak ayıp değildir. Gülmek de günah değildir. İnsan olmak doğal olandır. Rumeli doğallığı sever ama disiplini de elden bırakmaz.


Cenaze adetlerinde saygı esastır. Sessizlik vardır. Ağlamak vardır ama feryat figan yoktur. Ölüm Allah’tandır, teslimiyet vardır. Cenaze sonrası yemek verilir, mevlit okunur. Cenazeye gelen aç bırakılmaz. Bu Anadolu’da da vardır ama Rumeli’de daha düzenli, daha sistemlidir. Çünkü tertip ve denge Rumeli’de hayatın her alanına sızmıştır.


Müzik Rumeli’nin dilidir. Rumeli türküleri sadece melodi değildir; hatıra defteridir. “Manastır’ın ortasında var bir havuz” dediğinde sadece bir yer anlatmaz, bir kaybı anlatır. “Drama köprüsü bre Hasan” dediğinde sadece köprüyü değil, ıstırabı söyler. Rumeli türküleri hep ikilidir: Neşeli çalar, hüzünlü söyler. Bu Rumeli insanının ruhudur. Müzik bazen halk müziğine benzer, bazen sanat müziğine yaklaşır. Çünkü Rumeli, saray kültürü ile halk kültürünü birlikte taşımıştır. Anadolu’da uzun hava tek kişi söylerken, Rumeli’de koro halinde söylemek doğaldır. Çünkü Rumeli acıyı da sevinci de tek başına yaşamaz.


Din ve inanç Rumeli’de köklüdür ama fanatik değildir. Rumeli insanı Allah’a bağlıdır, camiye gider, oruç tutar, bayram yapar. Ama dini baskı için kullanmaz. Tasavvuf geleneği güçlüdür. Bektaşilik, Halvetilik, Mevlevilik etkisi büyüktür. Rumeli’de tekkeler vardı. Hem Sünni hem Alevi-Bektaşi Türkler yüzyıllarca birlikte yaşadı. Bu yüzden Rumeli İslam’ı yumuşak, insancıl, vicdanlıdır. Katılık yoktur, şekilcilik azdır. İman kalptedir, gösterişte değil.


Eğitim Rumeli’de büyük değerdir. Osmanlı’nın en iyi okulları Rumeli’deydi. Medreseler, rüştiyeler, askeri okullar… Rumeli’den çok paşa, öğretmen, kadı, şair, subay çıktıysa nedeni budur. Okumuş adam kibirli olmaz, rehber olurdu. Dil bilen, yazı yazan, fikir üreten, kültür taşıyan çoktur. Rumeli efendiliğinin arkasında bu eğitim birikimi vardır.


Vefa, sadakat, dostluk Rumeli’de sadece ahlâk değil şereftir. Birine “arkadaşım” demek kolay değildir ama dediyse ömür boyudur. Dostunu satmaz. Yanında olur. Rumeli insanı iki yüzlülüğe tahammül etmez. Dürüstlüğü sever. Lafı eğip bükmez ama kalp kırmadan söyler. Devlete bağlıdır. Osmanlı ona sadece yönetim vermedi, kimlik verdi. Bu yüzden Rumeli insanı devlete küsmeyeceği gibi devleti de hafife almaz. Bayrak onun için sembol değil, namustur.


Rumeli’nin en ağır gerçeği göçtür. Bu coğrafya defalarca el değiştirdi. Savaşlar, katliamlar, zorunlu göçler… Yüz binlerce Türk Anadolu’ya sığındı. O göç yollarında analar çocuklarını kaybetti, evler bırakıldı, mezarlar geride kaldı. Rumeli çok kaybetti ama kimliğini kaybetmedi. Göçle gelen Rumelililer Türkiye’de yeniden kök saldı ama hafızasını asla bırakmadı. Bu yüzden Rumeli kültürü bugün bile canlıdır. Sofrasında, dilinde, tavrında, türküsünde, bakışında yaşar. Rumelili biri “bizim oralar” dedi mi sadece yer anlatmaz, bir medeniyet anlatır.


Ve işin özü şudur:

Rumeli kültürü zarafet ile mertliğin aynı bedende birleşmiş halidir.

Rumeli insanı hem bey gibi yaşar hem asker gibi durur.

Hem incelir hem kırılmaz.

Hem güler hem ağlar.

Hem geçmişi taşır hem bugüne uyum sağlar.


Rumeli kaybedildi sananlar yanılıyor. Toprak kaybedildi ama Rumeli ruhu bugün Türkiye’nin her şehrinde yaşayan milyonlarca insanın yüreğinde capcanlı duruyor. Bu ruh, Türk milletinin en rafine, en zarif, en dirençli damarlarından biridir.


İşte Rumeli budur:

Sadece tarih değil, karakterdir.

Sadece coğrafya değil, terbiyedir.

Sadece hatıra değil, canlı hafızadır.

Sadece kültür değil, insanlık kalitesidir.


Ve bu kalite kolay oluşmadı…

Asırlarca acı çekerek, savaşarak, kaybederek, dirilerek, koruyarak geldi.


Rumeli bir yer değil, bir duruştur.


Ve o duruş hâlâ dimdik ayaktadır.


Bağımsız araştırmacı yazar

Hüsnü Yazıcı