Translate

2 Aralık 2024 Pazartesi

HÜSNÜ YAZICI: BAŞARI VE FEDAKARLIKLA GEÇEN BİR YAŞAM

 HÜSNÜ YAZICI: BAŞARI VE FEDAKARLIKLA GEÇEN BİR YAŞAM


GİRİŞ


Bir insanın hayat hikâyesi, yalnızca o bireyin başarılarını değil, aynı zamanda yaşadığı dönemi, toplumu ve kültürü de yansıtır. Hüsnü Yazıcı'nın yaşam öyküsü, 1a964 yılında Bahçeköy’de başlayan ve ticaret, siyaset, spor yöneticiliği gibi pek çok alanda iz bırakan bir yolculuğu anlatır. Çocukluğunda ailesine destek olmak için başlayan ticaret hayatı, zamanla büyük başarılara dönüşmüş; siyasete olan ilgisi ise toplumun refahı için çalışan bir lider olarak onu ön plana çıkarmıştır. Hüsnü Yazıcı’nın hayatı, hem kişisel hem de toplumsal bir dönüşümün öyküsüdür.


1. ÇOCUKLUK YILLARI


Hüsnü Yazıcı, 1964 yılında İstanbul’un Sarıyer ilçesine bağlı Bahçeköy’de, kalabalık bir ailenin beş çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Bahçeköy, İstanbul’un doğal güzellikleri ve tarihi dokusuyla dikkat çeken bir köy olarak Hüsnü’nün çocukluk yıllarına şekil verdi. Babası ticaretle uğraşan bir esnaf, annesi ise ev işlerinde mahir bir kadındı. Hüsnü, bu ortamda küçük yaşlardan itibaren çalışkanlık ve sorumluluk bilinci kazandı.


Köy hayatı, sade ve bir o kadar da hareketliydi. Belgrad Ormanı’nın hemen yanı başında yer alan köy, doğanın güzellikleriyle iç içe bir yaşam sunuyordu. Kameriçe Çeşmesi’nin serin suları, kasapların meşhur ürünleri ve hafta sonları bölgeye piknik yapmak için gelen kalabalıklar, köyün dinamik atmosferini oluşturuyordu. Genç Hüsnü, bu hareketliliğin tam ortasında büyüdü.


Hüsnü, çocukluk yıllarında tarlada çalışmaktan çok dükkânda vakit geçirdi. Babasının yanında esnaflıkla tanıştı, müşteri ilişkilerini öğrenmeye başladı. Bu yıllar, onun ticarete olan ilgisini artırdı ve ileride kendi işini kurmasında önemli bir temel oluşturdu.


2. EĞİTİM HAYATI


İlkokulu Bahçeköy’de, ortaokulu ve liseyi Sarıyer’de okuyan Hüsnü, eğitim hayatı boyunca başarılı bir öğrenci olarak dikkat çekti. Derslerde gösterdiği başarı kadar sosyal yönüyle de ön plandaydı. Özellikle tarih ve matematik derslerine olan ilgisi, onun analitik düşünme becerilerini geliştirdi.


Ortaokul yıllarında, eğitimine devam ederken aynı zamanda ticaretle uğraşmaya da başlamıştı. Kütahya çinileri satarak küçük çaplı bir ticarete adım atan Hüsnü, bu işte elde ettiği başarıyla özgüvenini artırdı. Çiniler, o dönemde köyde oldukça rağbet görüyordu ve Hüsnü, müşteri memnuniyetini sağlamadaki başarısıyla kısa sürede tanındı.


3. TİCARETE ATILIM


Hüsnü Yazıcı’nın iş hayatındaki asıl dönüm noktası, 1987 yılında Sarıyer merkezde açtığı Yazıcı Market ile başladı. Dönemin şartlarına göre oldukça modern ve yenilikçi bir anlayışla işletilen bu market, kısa sürede Sarıyer’in en popüler alışveriş noktalarından biri haline geldi.


Yazıcı Market, İstanbul’un çeşitli semtlerinden müşterileri çekmeyi başardı. Hüsnü Bey, alışverişte müşteri memnuniyetine büyük önem veriyordu. Altın kampanyaları, ücretsiz gazete ve ekmek dağıtımı gibi promosyonlarla müşteri kitlesini genişletti. Bu yenilikçi uygulamalar, o dönemde pek çok esnaf tarafından örnek alındı.


1999 yılında, Yazıcı Market’i ortağına devreden Hüsnü Yazıcı, ticarette yeni bir başlangıç yaparak 2000 yılında yeniden kendi dükkânını açtı. Bu süreçte, İsmar Marketçiler Kurucu Üyeliği ve yönetim kurulu üyeliği gibi önemli pozisyonlarda bulundu. Aynı zamanda Trakya Birlik Biryağ’ın bayiliğini üstlenerek iş ağını genişletti.


4. ASKERLİK YILLARI


Hüsnü Yazıcı, 1984 yılında İzmir Poligon’da askerlik görevini yerine getirdi. Burada talim öğretmeni ve yazıcı olarak görev yaptı. Askerlik süreci, Hüsnü’nün disiplinli çalışma anlayışını pekiştirdi ve liderlik becerilerini geliştirdi.


Askerlikte edindiği tecrübeler, onun iş hayatında ve sosyal projelerinde daha organize olmasına katkı sağladı. Askerlik dönüşünde, ticarette daha büyük hedefler belirleyerek çalışmalarına hız verdi.


5. SİYASİ YAŞANTISI


Hüsnü Yazıcı, siyasete olan ilgisini çocukluk yıllarından itibaren hissetmiş bir isimdir. Henüz yedi-sekiz yaşlarındayken dönemin siyasi figürlerini tanır, ülke gündemini takip ederdi. Bu ilgi, ilerleyen yıllarda onu aktif bir siyasetçi haline getirdi.


1992 yılında, Bahçeköy’ün belde statüsü kazanmasıyla birlikte DYP’nin belde teşkilatının kurucu üyelerinden biri oldu. Belde başkanlığı yaptığı dönemde, Bahçeköy’ün altyapı sorunlarının çözülmesine yönelik önemli projelere imza attı.


Hüsnü Yazıcı, belediye meclis üyeliği yaptığı iki dönem boyunca, köy halkının ihtiyaçlarını gözeterek çalışmalar yürüttü. Eğitim, sağlık ve spor alanlarında yatırımlara öncülük etti. Bahçeköy Camii’nin şadırvanı, bu dönemde gerçekleştirdiği en anlamlı projelerden biri oldu.


6. SPOR YÖNETİCİLİĞİ


Hüsnü Yazıcı’nın sporla olan ilişkisi, 23 yaşında Bahçeköy Amatör Spor Kulübü’nde yönetici seçilmesiyle başladı. Kısa sürede kulüp başkanlığına yükseldi ve kulübe iki bina kazandırarak önemli bir başarıya imza attı. Yönetim anlayışındaki yenilikler, kulübün daha profesyonel bir yapıya kavuşmasını sağladı.


Sarıyer Spor Kulübü’nde üç yıl boyunca yöneticilik yapan Hüsnü Yazıcı, kulübün Süper Lig’e yükselmesinde önemli bir rol oynadı. Spor yöneticiliği, onun hem Bahçeköy hem de Sarıyer halkı tarafından daha fazla tanınmasını sağladı.


7. YAZARLIK VE TARİHE KATKI


Hüsnü Yazıcı’nın yazarlık alanındaki çalışmaları, köyünün tarihine olan ilgisinden doğdu. “Dünden Bugüne Sarıyer’in Bahçeköy’ü” adlı kitabı, bölgenin geçmişine ışık tutan bir eser oldu. Aynı zamanda, “Karacaova ve Göstelup Köyü” gibi kitaplarla, bölgenin göç ve mübadele tarihini belgeledi.


SONUÇ


Hüsnü Yazıcı’nın hayatı, çalışkanlık, yenilikçilik ve topluma hizmet etme arzusuyla şekillenmiş bir başarı hikâyesidir. Çocukluk yıllarında başlayan bu serüven, ticaret, siyaset ve spor gibi pek çok alanda iz bırakarak devam etmiştir. Hüsnü Yazıcı, geçmişi gelecekle buluşturan bir lider olarak her zaman hatırlanacaktır.




27 Kasım 2024 Çarşamba

Karacaova Beyleri Hakkında Bilinmeyenler




Karacaova Beyleri Hakkında Bilinmeyenler

 * Tarihin Sayfalarından Bir Kesit: Selanik İhbarı

Giriş

Devlet arşivleri, geçmişimize ışık tutan en önemli kaynaklardan biridir. Bu arşivlerde yer alan belgeler, bazen beklenmedik sürprizlerle karşılaşmamıza neden olur. Bugün sizlere, Selanik'te Karacaova Beyleri ve ailelerine yönelik yapıldığı ihbar edilen bir olayla ilgili oldukça ilginç bir belgeden bahsedeceğim. Bu belge, tarihin tozlu sayfalarından günümüze ulaşarak, meraklı araştırmacıların dikkatini çekiyor.

Belgenin Detayları

 * Konu: Selanik'te Karacaova Beyleri ve ailelerine karşı yapıldığı ihbar edilen bir olay.

 * Tarih: H-27-03-1278 (Hicri takvime göre)

 * Hicri 27-03-1278, Miladi takvimde yaklaşık olarak 27 Ekim 1861 tarihine karşılık gelir.

Kurum: A.J.MKT.UM. (Kurumun tam açılımı araştırılarak belirtilebilir)

 * Görüntü Sayısı: 4 (Belgeyle ilgili dört adet görüntü bulunmaktadır)

 * Dosya Bilgisi: 503 - 29

Belgenin Önemi

Bu belge neden önemli? Çünkü Selanik, Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli şehirlerinden biriydi ve Karacaova Beyleri gibi güçlü aileler, bölgenin siyasi ve sosyal hayatında önemli bir rol oynuyordu. Yapılan bu ihbar, o dönemde yaşanan siyasi çekişmeleri, sosyal gerilimleri ve hatta belki de bir suikast girişimini ortaya çıkarabilir.


Sonuç

Selanik'te Karacaova Beyleri hakkında yapılan bu ihbar, Osmanlı tarihine dair yeni bir pencere açmaktadır. Bu belge, tarihçilere ve araştırmacılara önemli ipuçları sunarken, aynı zamanda meraklı okurlar için de ilgi çekici bir konu teşkil etmektedir.

Belgrad ve Bahçeköy karyelerinin başka bir bölgeye taşınması.

 



Bu tür bir tarihi belge, su kaynaklarının korunmasının tarih boyunca ne kadar önemli olduğunu ve bu konudaki farkındalığın eski dönemlere kadar uzandığını gösteriyor. Belgenin içeriği, Kemerburgaz'daki su bendlerinin korunması için alınan önlemler ve bu önlemlerin sosyal yaşam üzerindeki etkilerini ortaya koyuyor. İşte belgenin daha ayrıntılı bir şekilde ele alınabileceği bazı başlıklar:


1. Belgenin Tarihsel Bağlamı ve Önemi


1340 Yılındaki Durum: Su bendlerinin etrafındaki yerleşimlerin ve tarımsal faaliyetlerin su kaynaklarını kirlettiği belirtilmiş. Hicri 1340 yılı, yaklaşık olarak 1921-1922 yıllarına denk gelir


Tarihi Perspektif: Su kirliliğine karşı alınan önlemler, çevre bilincinin Osmanlı dönemindeki yansımalarını ortaya koyuyor.



2. Alınan Önlemler


Belgrad ve Bahçeköy karyelerinin başka bir bölgeye taşınması.


Su bendlerinin yakınlarında yapılaşma ve tarımsal faaliyetlerin yasaklanması.


Bu önlemlerin o dönemdeki toplumsal düzen ve yerleşim üzerindeki etkileri.



3. Günümüzle Karşılaştırma


O dönemde alınan önlemlerin günümüzde de geçerli olduğu gerçeği: Su kaynaklarının korunması için koruma alanları oluşturulması, yerleşim ve tarım faaliyetlerinin düzenlenmesi.


Bugün karşılaştığımız benzer sorunların, tarih boyunca değişmeyen bir çevresel hassasiyeti gösterdiği.



4. Belge Hakkında Teknik Detaylar


Kurum: DH.I.UM (Muhtemelen Osmanlı arşivlerinden bir kurum).





Osmanlı Arşivlerinden Bir Belge: Vodine Nahiyesindeki Martolosların Durumu

 



Osmanlı Arşivlerinden Bir Belge: Vodine Nahiyesindeki Martolosların Durumu


Osmanlı Devleti'nin çeşitli bölgelerinde asayişi sağlamak ve yerel güvenliği temin etmek amacıyla "martolos" adı verilen silahlı gruplar görev yapmıştır. Martoloslar genellikle sınır boylarında ve güvenlik açısından stratejik öneme sahip yerleşimlerde aktif olarak çalışmışlardır. Bu yazıda, Osmanlı arşivlerinden bir belgeye dayanarak Vodine nahiyesindeki martolosların durumu ele alınacaktır.


Belgenin Özeti


Belge, Selanik Beyine hitaben yazılmış olup, Vodine nahiyesine bağlı Mojar köyü halkının martolosluk görevlerini yerine getirmediğine dair şikayetleri konu alır. Mojar köyü sakinleri, daha önce 12 akçe ispence vergisi ödeyerek ve diğer örfi yükümlülüklerden muaf tutulmuşlardır. Ancak, bu imtiyazlarına rağmen görevlerini ihmal ederek başka bir kadılığa bağlanmak istemiş ve Vodine kadılığına gidip hizmet etmeyi reddetmişlerdir.


Martolosların bu tutumu bölgedeki asayişi tehlikeye atmıştır. Bu nedenle, Selanik Beyine hitaben gönderilen fermanda, Mojar köyünden uygun kişiler seçilip martolos olarak atanması ve bölgedeki güvenlik problemlerinin çözülmesi talimatı verilmiştir. Ayrıca, herhangi bir yağma ya da kanunsuzluk durumunda hızlıca haber verilerek suçluların yakalanması ve adaletin sağlanması emredilmiştir.


Osmanlı Yönetiminde Martolosların Rolü


Martoloslar, Osmanlı Devleti'nin sınır bölgelerinde önemli görevler üstlenmiştir. Bu gruplar, hem yerel halkın güvenliğini sağlamak hem de devlete bağlılıklarını göstermek adına görev almışlardır. Ancak, Mojar köyü örneğinde olduğu gibi, bazen martoloslar görevlerini ihmal etmiş veya kendi çıkarlarını gözeterek Osmanlı düzenine karşı bir tutum sergilemiştir.


Bu tür durumlarda Osmanlı idaresi, yerel halkı tekrar düzene sokmak ve görevlerini yerine getirmelerini sağlamak için sert önlemler almıştır. İlgili belge, bu tür bir müdahalenin detaylarını açıkça gözler önüne sermektedir.


Sonuç


Osmanlı arşiv belgeleri, dönemin sosyal ve idari yapısına ışık tutan değerli kaynaklardır. Bu belge de, Osmanlı Devleti'nin yerel güvenlik sorunlarına yaklaşımını ve martolos sisteminin işleyişini anlamak açısından önemli bir örnek sunmaktadır. Mojar köyündeki martolosların durumuna yönelik alınan tedbirler, Osmanlı Devleti'nin merkezi otoriteyi koruma ve yerel halkın yükümlülüklerini yerine getirme konusundaki kararlılığını göstermektedir.


Kaynak: Devlet Arşivleri Başkanlığı - Belge Tarihi: H-29-05-986, Yer Bilgisi: 35-271

Belgede geçen tarih Hicri 29-05-986 olarak belirtilmiştir. Miladi takvime çevirdiğimizde:


Hicri 986 yılı Miladi takvimde 1578 yılına denk gelir.


Hicri ay 29 Cemaziyelahir, Miladi takvimde yaklaşık 6 Eylül 1578 tarihine karşılık gelmektedir.


Belgenin Miladi karşılığı 6 Eylül 1578 olarak kabul edilebilir.


Büyükdere Bahçeköy'deki Çiftlik Sorunu ve Çözüm Süreci





-

Tarihin İzinde: Büyükdere Bahçeköy'deki Çiftlik Sorunu ve Çözüm Süreci


Tarih boyunca yerleşim ve mülkiyet meseleleri, dönemin toplumsal ve idari yapısını yansıtan önemli olaylar olmuştur. Osmanlı Devleti'ne ait bir belgeden hareketle, Büyükdere Bahçeköy'deki Bilezikçi Çiftliği'ne dair bir sorunun çözüm sürecine ışık tutuyoruz.


Belgenin Özeti


Osmanlı Devleti arşivlerinden alınan bu belge, İbrahim Paşa'nın eşi Folik Hanım'ın tasarrufunda bulunan Bahçeköy'deki Bilezikçi Çiftliği'nin bazı bölümleri hakkındaki sorunun çözülmesi amacıyla atanan bir heyetin araştırma sonuçlarını özetliyor. Heyetin raporuna dayanarak, Hazine-i Hassa’nın çiftlik üzerindeki müdahalesinin durdurulmasına karar verildiği belirtiliyor.


Tarih ve Yer


Bu önemli belge, Hicri 27 Mayıs 1327 (Miladi 1911) tarihini taşımakta. Bahsi geçen yer ise Büyükdere Bahçeköy civarındaki Bilezikçi Çiftliği'dir.


Sürecin Önemi


Belge, hem o dönemin mülkiyet ilişkilerine hem de devletin mülklere dair idari uygulamalarına dair önemli bilgiler sunmaktadır. Çiftlik üzerindeki anlaşmazlıkların çözülmesi, sadece bir bireyin mülkiyet hakkını değil, aynı zamanda dönemin sosyal ve ekonomik dengelerini de ilgilendiriyordu.


Sonuç


Osmanlı Arşivleri, yalnızca devlet yönetimi ve siyasetle ilgili belgeleri değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik yaşamın farklı yönlerini yansıtan belgeleri de içermektedir. Bahçeköy’deki bu olay, arşivlerin ne kadar değerli birer kaynak olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.



-

26 Kasım 2024 Salı

Evladı Fatihanın, fatihanlıktan çıkarılması

 




Metnin anlamı şöyle özetlenebilir:

"Sirayetle (etkiyle) mukataa (gelir sistemi) usulünün ihlaline sebep olacağı gerekçesiyle, adı geçen kişilerin (merkumların) fatihan (fethedenlere sağlanan haklardan ya da ayrıcalıklardan) çıkarılması talep edilmiştir."


Bu, belirtilen kişilerin fetihte yer alanlara sağlanan gelir kaynakları veya haklardan mahrum bırakılmalarını ifade ediyor. Gerekçe olarak da bu durumun gelir düzeninde bir bozulmaya veya yanlış bir uygulamaya sebep olacağı öne sürülmektedir.

Evlad-ı Fatihan: Tarihin Derinliklerinden Gelen Bir Topluluk
Evlad-ı Fatihan terimi, Osmanlı İmparatorluğu'nda Balkanlar'ın fethine katılan beylerin, fatihlerin soyundan gelenlere verilen bir unvandı. Bu topluluk, fetihler sırasında Anadolu'dan bu bölgelere yerleştirilen Türkmen ve Yörüklerden oluşuyordu. Askeri bir teşkilata sahip olan Evlad-ı Fatihan, özellikle 17. yüzyıl sonlarından itibaren Rumeli'de önemli bir nüfusa sahipti.
Evlad-ı Fatihan Kimlerdir?
 * Fatihlerin Soyu: Evlad-ı Fatihan, adından da anlaşılacağı üzere Osmanlı'nın ilk zamanlarından itibaren Balkanlar'ın fethinde önemli rol oynamış olan beylerin ve fatihlerin soyundan gelen kişilerdir.
 * Askeri Teşkilat: Bu topluluk, Osmanlı ordusunda önemli bir yere sahipti. Özellikle sınır bölgelerinde görev yaparlardı ve devlete askeri hizmet vermekle yükümlülerdi.
 * Toplumsal Yapı: Evlad-ı Fatihan, kendine özgü bir toplumsal yapıya sahipti. Göçebe yaşam tarzına yakın olan bu topluluk, genellikle büyük aşiretlere bağlı olarak yaşardı.
Resimdeki Belge Ne Anlatıyor?
Resimde gördüğümüz belge, Osmanlı Devleti'nin arşivlerinden alınmış bir örnek. Bu belgede, Selanik'e bağlı bir bölgedeki Evlad-ı Fatihan'ın bazı üyelerinin devlete ait malları zimmetine geçirdikleri ve bu durumun diğerlerine de örnek teşkil edebileceği belirtiliyor. Belge, bu kişilerin cezalandırılarak yerlerine başka kişilerin getirilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Evlad-ı Fatihan'ın Tarihi Mirası
Evlad-ı Fatihan, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihine önemli izler bırakmış bir topluluktur. Balkanlar'ın Türk kültürüyle yoğrulmasında büyük rol oynamışlar ve bu bölgelerdeki Türk varlığının devamlılığı için çaba göstermişlerdir. Ancak, Osmanlı Devleti'nin zayıflamasıyla birlikte Evlad-ı Fatihan da dağılmış ve üyeleri çeşitli yerlere göç etmek zorunda kalmıştır.
Özetle, Evlad-ı Fatihan, Osmanlı'nın fetih hareketlerinde önemli bir rol oynamış, askeri bir teşkilata sahip, göçebe yaşam tarzına yakın ve kendine özgü bir toplumsal yapıya sahip bir topluluktur. Resimdeki belge ise bu topluluğun üyelerinin zaman zaman devlet otoritesine meydan okuduğunu ve bunun sonuçlarının ne olduğunu göstermektedir.

Ek Bilgiler:
 * Evlad-ı Fatihan, günümüzde de Türkiye'de ve Balkanlarda yaşayan bazı ailelerin atalarını oluşturmaktadır.
 * 

Bahçeköy'de Yaşanan Olay: Tarihi Bir Derinlik8.

 


Bahçeköy'de Yaşanan Olay: Tarihi Bir Derinlik

1922 Bahçeköy'ü: Bir Çatışmanın Merkezi

1922 yılında İstanbul'un Bahçeköy semti, karmaşık bir sürecin merkezinde yer alıyordu. Yunanistan ile Türkiye arasında yaşanan savaşın ardından, mübadele anlaşmalarıyla birlikte birçok Rum, yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda kalmıştı. Bu göç dalgası, Bahçeköy'ü de etkilemiş ve bölgede yaşayan Rumlar, tahrip olmuş evlerine dönerek yeniden yerleşmeye çalışmışlardı.

Olayların Gelişimi

18 Eylül 1922 tarihinde yaşanan olay, bu karmaşık sürecin bir kesiti gibidir. Bahçeköy'deki Orman Okulu binasının Rum muhacirler tarafından işgal edilmesi, gerginliği tırmandıran bir gelişme olmuştur. Bu durumun bir an önce çözülmesi gerektiği vurgulanırken, diğer yandan tahrip olan evlerinin inşası için aynı bölgede meydan oluşturmak isteyen Rumların talebi de gündeme gelmiştir.

Olayın İzleri

Bu olay, sadece Bahçeköy'ü değil, o dönemdeki Türkiye'yi derinden etkileyen bir sürecin parçasıdır. Mübadele anlaşmalarının yarattığı zorluklar, farklı etnik kökenlerden insanların bir arada yaşamasının ne denli zorlu olabileceğini bir kez daha göstermiştir.

Neden Bu Olay Önemli?

 * Tarihsel Bir Kesit: Bu olay, Türkiye'nin yakın tarihindeki önemli dönüm noktalarından birini temsil etmektedir.

 * Etnik ve Sosyal Gerilimler: Farklı etnik kökenlerden insanların bir arada yaşamasının zorluklarını gözler önüne sermektedir.

 * Mülkiyet ve Toprak Sorunları: O dönemdeki mülkiyet ve toprak sorunlarının karmaşıklığını yansıtmaktadır.

Sonuç

1922 Bahçeköy'ündeki bu olay, Türkiye'nin çok kültürlü yapısı içinde yaşanan karmaşık süreçlerin bir yansımasıdır. Bu olayı anlamak, Türkiye'nin tarihini ve günümüzdeki kimliğini daha iyi kavramamıza yardımcı olacaktır.

Sarıyer

Sarıyer, İstanbul'un tarihi ve kültürel zenginlikleriyle dikkat çeken bir ilçedir. Eskiden yerleşik ve yazlık halk arasında ayrım olsa da, zamanla bu farklar ortadan kalkmıştır. Sarıyer'in yerli halkı, Osmanlı dönemi öncesi Doğu Roma İmparatorluğu'ndan gelen Rum, Ermeni ve Türklerden oluşuyordu. İstanbul'un fethinden sonra, Sarıyer de göç alarak Türkleşmeye başladı. Bu göçler özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda yoğunlaşmış, 19. yüzyılda Ruslarla yapılan savaşlar ve Balkanlar'dan gelen mübadelelerle artmıştır.


Sarıyer, hem yerli halkı hem de yazlıkçılarıyla tarihi ve kültürel çeşitliliğe sahipti. Özellikle zengin Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler yazlık olarak burada bulunuyordu. Sarıyer'in tarihi camileri, çeşmeleri ve yapılarıyla birlikte, yerel halkın geçmişine dair pek çok iz taşır. Bu yerleşim, saraylar ve köşkler ile "Paşalar Köyü" olarak da anılmaktaydı, çünkü çok sayıda paşa Sarıyer'de yaşamıştır. İlçede yer alan doğa harikası bölgeler ve mesire alanları, Sarıyer'i hem yazlık hem de tarihi bir cazibe merkezi yapmaktadır.

Sarıyer'in "Paşalar Köyü" olarak anılmasının nedeni, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve Cumhuriyet dönemi sonrasında, birçok paşanın Sarıyer'de ikamet etmesidir. Ancak, bu paşaların tam isimleri genellikle belirli kaynaklarda net olarak yer almaz. Yine de, Osmanlı dönemindeki bazı ünlü paşalar ve yöneticilerin Sarıyer'de yaşamış olduğu bilinmektedir. İşte bazıları:


1. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa – Osmanlı sadrazamlarından biri olan Damat İbrahim Paşa'nın Sarıyer'e yakın bölgelerde ikamet ettiği ve burada çeşitli yazlık yerler edindiği bilinir.



2. Kethüdâ Ali Efendi – II. Mustafa döneminde, Sarıyer Ali Kethüda Camii’ni inşa ettiren ve Sarıyer'e önemli katkılarda bulunan bir diğer önemli paşadır.



3. Hacı Salih Paşa – Sarıyer'de Hacı Salih Paşa tarafından yaptırılan bir çeşme, ilçenin tarihî mirasını temsil eder.




Bu paşalar dışında, Sarıyer'de yaşamış olan ve çeşitli yöneticilik görevlerinde bulunmuş daha pek çok önemli Osmanlı şahsiyeti bulunmaktadır. Ancak, paşaların isimlerine dair tam bir listeye ulaşmak oldukça zordur, çünkü birçok kişi zaman içinde yerleşim değiştirmiş ya da yazlık olarak kullanılmışlardır.

Sarıyer ile ilgili kaynak belgeler, ilçenin tarihini, kültürel zenginliğini ve sosyo-ekonomik yapısını anlamak için önemli bir kaynaktır. Bu tür belgeler genellikle yerel tarihçiler, araştırmacılar, arşivler ve eski yayınlar tarafından derlenir. İşte Sarıyer ile ilgili bazı önemli kaynaklar:


1. Mirât-ı İstanbul (İstanbul'un Görünümü): 17. yüzyılda yazılmış bu eserde, Sarıyer ve çevresindeki yaşam, ticaret, sosyal yapılar, mesire yerleri ve çeşmeler gibi konulara dair bilgiler yer almaktadır.



2. Bostancıbaşı Defteri: 19. yüzyılda Sarıyer'deki hane yapısı, ticaret ve yerleşim hakkında önemli bilgiler sunan bir belgedir. Burada, ilçedeki çeşitli yapılar ve yaşam biçimleri kaydedilmiştir.



3. Osmanlı Arşivleri: Osmanlı dönemine ait belgeler, Sarıyer'in yönetimi, yerleşim yapısı, sosyal yapısı ve paşaların burada yaşamları hakkında bilgiler sunabilir. İstanbul'un çeşitli arşivlerinde bulunan bu belgeler, Sarıyer'in tarihine ışık tutmaktadır.



4. Sarıyer Belediyesi Arşivi: Sarıyer Belediyesi'nin resmi web sitesi veya fiziksel arşivlerinde, ilçenin tarihi, gelişimi ve önemli olaylarına dair belgeler bulunmaktadır. Ayrıca yerel tarihi araştırmalar ve belgelenmiş sözlü tarih çalışmaları da mevcuttur.



5. Evliya Çelebi'nin Seyahatnâmesi: Evliya Çelebi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli yerlerini gezerek bu bölgelerle ilgili kapsamlı bilgiler bırakmıştır. Sarıyer'in özellikle doğal güzellikleri ve mesire yerleri hakkında bazı referanslar bulunabilir.



6. Sarıyer ile ilgili Yerel Yayınlar: Sarıyer'in tarihi, kültürel yapısı ve gelenekleriyle ilgili çeşitli kitaplar, broşürler ve araştırma makaleleri bulunmaktadır. 



7. Sarıyer'in Eski Fotoğrafları ve Haritaları: Sarıyer'in eski fotoğrafları, haritaları ve belgeleri, bölgenin nasıl geliştiği ve değiştiği hakkında görsel kaynaklar sağlar.




Bu tür kaynaklardan yararlanarak Sarıyer'in tarihi hakkında daha fazla bilgi edinebilir ve ilçenin geçmişine dair daha derinlemesine bir anlayış geliştirebilirsiniz.



1530 yılına ait Muhasebe-i Vilayet-i Rumeli defteri

 1530 yılına ait Muhasebe-i Vilayet-i Rumeli defterine dayanan, Yenice-i Vardar bölgesinin (Vodina ve Karacaova dahil) nüfus ve yerleşim verilerini içermektedir. İşte özetlenmiş haliyle ana noktalar:


1. Yenice-i Vardar Nüfusu (1530)


Müslüman Nüfus:


Toplam Müslüman hane sayısı: 1.169


Bekar erkek (mücerret) sayısı: 204


Muaf (bağışlanmış, affedilmiş) haneler: 64


Toplam Müslüman nüfusu: 1.437



Gayrimüslim Nüfus:


Toplam gayrimüslim hane sayısı: 8.150


Bekar erkekler: 1.575


Dul kadınlar (bive): 457


Muaflar: 315


Toplam gayrimüslim nüfusu: 10.524




Yenice-i Vardar bölgesinin toplam nüfusu: 11.961.



2. Müslüman ve Hristiyan Toplulukları:


Bölgede yerli Hristiyan (Slav-Makedon) köyleri ile Osmanlı'dan göç eden ya da buraya yerleşen Müslüman Türkler arasında bir etkileşim ve evlilikler olmuştur. Zaman içinde, özellikle evlilikler yoluyla Müslüman nüfusun arttığı görülmektedir.


Örneğin, Nutya köyündeki 204 bekar erkek, evlilikler sonucunda Müslüman nüfusunun arttığını gösteren bir örnektir.




3. Diğer Bölgelere Ait Veriler:


Diğer Osmanlı topraklarından da nüfus verileri verilmiştir: Drama, Nevrokop, Selanik, Karaverye, Kestorya ve Florina gibi bölgelerdeki Müslüman ve Hristiyan nüfusu.





Bu veriler, 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'ndaki etnik ve dini yapıyı anlamak için önemli bir kaynak oluşturur. Özellikle yerleşim yerlerindeki nüfus hareketliliği, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki demografik değişimleri yansıtır.


Bölgedeki dil durumu

 Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş sınırları ve çok uluslu yapısı göz önüne alındığında, bölgede Türk kökenli olup Türkçe bilmeyen insanlar da olabilir. Bu durum, özellikle göçler, yerleşim yerlerinin değişmesi veya kültürel etkileşimler nedeniyle gerçekleşmiş olabilir.


Bu tür durumlar, örneğin Osmanlı döneminde Türk kökenli insanların, Türkçe dışında başka dilleri (örneğin, Arnavutça, Kürtçe, Sırpça, vb.) konuşarak hayatlarını sürdürmeleriyle mümkündü. Ayrıca, göçmenler, yeni yerleşim yerlerinde farklı dilleri öğrenip kullanabiliyorlardı.


Bu nedenle, bir kişinin Türk kökenli olup Türkçe bilmemesi, o kişinin yaşadığı çevreye, ailesinin geçmişine veya sosyal koşullarına bağlı olabilir. Özellikle bazı etnik gruplar, kendi ana dillerini benimseyip Türkçe'yi kullanmayı unutmuş olabilirler.


Bölgedeki dil durumu, çok etnikli ve çok dilli yapıyı gösterdiği için, sadece Türkçe bilen veya Türkçe konuşan bir kişinin kimliği hakkında net bir sonuç çıkarılması zor olabilir. Dolayısıyla, o dönemde de bu tür karışıklıklar veya belirsizlikler yaşanmış olabilir.


Bakliyat ve Tahılların Mutfaktaki Önemi

Bakliyat ve Tahılların Mutfaktaki Önemi


Bakliyat ve tahıllar, Türk mutfağının vazgeçilmez lezzetleri arasında yer alır. Hem lezzetli hem de besleyici olan bu ürünler, yüzyıllardır sofralarımızın baş tacı olmuştur. Geleneksel yemeklerimizden modern tariflere kadar geniş bir kullanım alanı bulan bakliyat ve tahıllar, doğru saklama yöntemleriyle uzun süre dayanabilir. İşte Türk mutfağında sıkça kullanılan bakliyatlar ve tahıllar hakkında bilmeniz gerekenler:


Bakliyat Nedir?


Bakliyat, baklagillerden elde edilen ve kurutularak tüketilen gıdaları ifade eder. Bu grupta yer alan bakliyat çeşitleri, protein ve lif açısından oldukça zengin olup, sağlıklı beslenme düzenlerinin önemli bir parçasıdır. Türkiye’de sıklıkla kullanılan bakliyat türleri arasında kuru fasulye, nohut, mercimek, barbunya ve börülce öne çıkar.


Türk Mutfağında Bakliyat Çeşitleri


Fasulye: Hem taze hem de kuru olarak tüketilebilen fasulye, Türk mutfağının olmazsa olmazıdır. Kuru fasulye yemeği, milli yemeklerimizden biri olarak kabul edilir. Etli, pastırmalı veya sade yapılabilen bu yemek, her mutfakta kendine has bir yorumla hazırlanır.


Nohut: Daha çok kuru halde kullanılan nohut, yemeklerde, salatalarda ve mezelerde kendine yer bulur. Nohuttan yapılan humus ve tahin, özellikle Ortadoğu mutfağında da önemli bir yere sahiptir.


Mercimek: Yeşil, kırmızı ve sarı türleriyle bilinen mercimek; çorbalardan köftelere kadar pek çok tarifte kullanılır.


Barbunya: Daha çok pilaki yapımında kullanılan barbunya, hem lezzetli hem de doyurucu bir seçenektir.


Börülce: Hem taze hem de kuru olarak tüketilir. Kışlık yemeklerde sıkça kullanılan börülce, piyaz ve borani tariflerinde de yer alır.



Tahıllar ve Kullanım Alanları


Tahıllar, özellikle ekmek ve pilav yapımında sıkça kullanılır. Buğday ve türevleri, Türk mutfağının temel malzemeleridir.


Buğday: Ekmek, börek, çörek gibi ürünlerin ana maddesi olan buğday, Türk kültüründe kutsal kabul edilir.


Bulgur: Buğdayın kaynatılıp kurutulmasıyla elde edilen bulgur, pilav ve köfte tariflerinde kullanılır. İri ve ince bulgur olarak iki çeşidi bulunur.


Pirinç: Çeltikten elde edilen pirinç, pilav, dolma ve sütlaç gibi tariflerde kendine yer bulur.


Mısır: Karadeniz mutfağının vazgeçilmezi olan mısır, ekmek ve çörek yapımında kullanılır.


Yulaf: Daha çok lapa ve gözleme yapımında tercih edilir.


Arpa: Çorba ve irmik yapımında kullanılan arpa, zengin besin değeriyle dikkat çeker.



Bakliyat Yemekleri İçin İpuçları


1. Kuru Fasulye: Fasulyeyi bir gece önceden ıslatmak, daha kolay pişmesini sağlar. Düdüklü tencerede pişirilen kuru fasulye, gaz yapıcı etkisini azaltır.



2. Nohutlu Pilav: Nohutu önceden haşlayarak pilavınıza ekleyin. Bu, hem lezzeti artırır hem de yemeğinizi daha doyurucu hale getirir.



3. Bulgur Pilavı: Soğan ve salçayla kavurduktan sonra sıcak su ekleyerek pilavınızı hazırlayın. Patates veya domates gibi ek malzemelerle lezzet katabilirsiniz.




Bakliyat ve Tahılları Saklama Yöntemleri


Bakliyat ve tahılların uzun süre dayanması için doğru saklama yöntemleri kullanılmalıdır:


Vakumlu Kaplar: Kuru fasulye, nohut, pirinç ve bulgur gibi gıdaları vakumlu kaplarda saklamak, böceklenme riskini azaltır.


Dondurucu: Haşlanmış bakliyatları porsiyonlara ayırarak dondurucuda saklayabilirsiniz. Bu yöntem, acil durumlarda hızlıca yemek hazırlama imkânı sunar.




Temettüat Defterleri:

 Temettüat Defterleri: Sosyal Tarih Kaynağı Olarak Önemi


Aile, Şahıs Ad ve Sıfatları: Temettüat Defterleri, Osmanlı toplumunun sosyal yapısını anlamada önemli bir kaynaktır. Defterlerde, vergi mükellefi olan hane reislerinin isimleri kayıtlıdır. Kayıtlar, aile bağlarını anlamayı kolaylaştırır. Örneğin, bir kişinin baba adı “Osman oğlu Ali” veya babasının lakabı “Çullu Oğlu İbrahim” şeklinde yazılmıştır. Baba-oğul, kardeşler veya geniş aile üyeleri genellikle ardışık olarak listelenmiştir. Ailelerin mahalleler veya köyler arasındaki göç hareketleri de bu defterlerde dikkatle incelenebilir. Ayrıca defterler, yörede kullanılan kişisel isimlerin çeşitliliğini ve bu isimlerin sosyal bağlamdaki önemini yansıtır.


Hane Reislerinin Meslekleri: 1256 tarihli defterlerde hane reislerinin meslek bilgisine genellikle yer verilmezken, 1261 defterlerinde mesleklerin yazıldığı görülür. Meslekler, bir köyde veya mahallede ekonomik faaliyetlerin çeşitliliğini ve dağılımını anlamaya olanak tanır. Çiftçi, gündelikçi, demirci ve çulhacı gibi meslekler sıklıkla kaydedilmiştir. Ziraat ve hayvancılık, küçük köylerde geçim kaynağının temelini oluştururken, toprak sahibi olmayanlar genellikle büyük çiftliklerde işçi olarak çalışmıştır. Bu defterlerde, sürekli işçiler ile mevsimlik işçilerin durumu da gözlemlenebilir. Daha büyük köylerde, ziraat dışı zanaatların geliştiği ve köy ihtiyaçlarının bu yolla karşılandığı da anlaşılmaktadır.


Kadınlar ve Yetimler: Hane reisleri arasında kadın ve yetimlere de rastlanır. Bu durum, sosyal yapıdaki değişimleri anlamak açısından önemlidir. Kadınlar genellikle eşlerinin ölümüyle, çocuklar ise babalarının ölümüyle hane reisi konumuna gelmiştir.


Sonuç: Temettüat Defterleri, Osmanlı toplumu hakkında geniş bir bilgi yelpazesi sunar. Aile yapıları, meslek dağılımı, ekonomik yaşam ve göç hareketleri gibi birçok konuda detaylı analiz yapmayı mümkün kılar. Bu yönüyle hem sosyal tarih hem de demografik çalışmalar için vazgeçilmez bir kaynaktır.


6 Kasım 2024 Çarşamba

Facebook gruplarındaki paylaşımların etkileşiminin düşmesinin birkaç nedeni olabilir:

 Facebook gruplarındaki paylaşımların etkileşiminin düşmesinin birkaç nedeni olabilir:


1. Algoritma Değişiklikleri: Facebook, zamanla içeriklerin görünürlüğünü belirleyen algoritmalarını değiştirdi. Artık daha fazla kişisel gönderi ve reklam ön planda olduğundan grup gönderileri daha az kişiye ulaşıyor.



2. İçerik Yoğunluğu ve Rekabet: Sosyal medya platformlarında içerik sayısı her geçen gün artıyor. Bu da her bir içeriğin daha kısa sürede göz önünden kaybolmasına ve kullanıcıların dikkatini çekememesine neden oluyor.



3. İlgi Alanlarının Değişmesi: Kullanıcıların ilgileri zamanla değişebilir. Grup üyeleri belki de eskisi kadar aktif değil ya da farklı içerik türlerine yönelmiş olabilirler.



4. Alternatif Platformlar: Instagram, TikTok gibi platformlar daha hızlı ve dikkat çekici içerik formatları sunuyor. Bu nedenle birçok kişi Facebook'ta daha az vakit geçiriyor.



5. Grup İçeriğinin Monotonlaşması: Bazı gruplarda benzer türde paylaşımlar tekrarladığında kullanıcıların ilgisi azalabiliyor. Çeşitli içerik türleri ve güncel konular kullanıcıların dikkatini daha fazla çekebilir.




Bu durumu tersine çevirmek için paylaşımlarda ilgi çekici görseller, anketler veya gündeme dair konular kullanmak etkileşimi artırabilir.


3 Kasım 2024 Pazar

Cumhuriyet Dönemi Hükümetleri

 Cumhuriyet döneminde ekonomik başarılarıyla öne çıkan liderler, genellikle Türkiye'nin o dönemdeki iç ve dış koşullarına göre farklı stratejiler ve ekonomi politikaları izledi. İşte bazı önemli liderlerin ekonomi yönetimi ve yatırımları özetlenmiştir:


Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri olarak 1923'ten 1938'e kadar ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi yapısında köklü değişiklikler gerçekleştirmiştir. Atatürk dönemi, Türkiye'nin modernleşme çabalarının en yoğun olduğu ve devletin ekonomik hayatta aktif bir rol oynadığı bir dönemdir. İşte Atatürk döneminin ekonomik politikaları ve başarıları üzerine bir değerlendirme:


1. Ekonomik Politikalar ve İlkeler


Devletçilik: Atatürk, ekonomik kalkınmayı sağlamak için devletin ekonomide etkin bir rol oynamasını savunmuştur. Bu bağlamda, devletçilik ilkesi benimsenmiştir. Bu ilke, özel sektörü desteklerken, devletin de stratejik sektörlerde doğrudan müdahale etmesini içeriyordu.


Sanayileşme: Atatürk, sanayileşmeyi teşvik eden çeşitli programlar geliştirmiştir. Sanayi ve Maden Politikası çerçevesinde, yeni fabrikalar kurulmuş, milli sanayinin gelişmesi için teşvikler sağlanmıştır. 1924'te Sanayi Teşvik Kanunu çıkarılmıştır.


Tarım Reformu: Tarım sektörü, Türkiye ekonomisinin temel taşı olduğundan, tarımsal üretimin artırılması hedeflenmiştir. Tarım reformları ile köylerin altyapısı iyileştirilmiş, tarımsal kooperatifler teşvik edilmiştir.



2. Büyük Altyapı Projeleri


Ulaşım ve İletişim: Atatürk döneminde demir yollarının inşası hız kazanmış, ulaşım ağı geliştirilmiştir. 1923’te sadece 2.000 km olan demiryolu ağı, 1938'de 4.000 km'ye çıkmıştır. Bu, hem ticaret hem de sanayinin gelişmesi için kritik öneme sahiptir.


Hidroelektrik Santralleri: Enerji ihtiyacını karşılamak için hidroelektrik santralleri kurulmuştur. Özellikle Karakaya Barajı gibi projeler, enerji üretiminin artırılmasına katkı sağlamıştır.



3. Kalkınma Planları ve Ekonomi


Planlama: Atatürk, ekonomik kalkınma için planlı bir yaklaşım benimsemiştir. 1933'te oluşturulan İlk Beş Yıllık Sanayi Planı ile sanayinin yönlendirilmesi amaçlanmıştır.


Millileştirme: Atatürk, ekonomik bağımsızlık için yabancı işletmeleri millileştirme yoluna gitmiştir. Bu, yerli sanayinin güçlendirilmesine yönelik bir adımdır.



4. Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT)


Devletin Ekonomideki Rolü: Atatürk, kamu iktisadi teşebbüslerinin kurulmasını teşvik etmiştir. Türkiye İş Bankası gibi finans kurumları, tarım, sanayi ve ticareti desteklemek amacıyla önemli bir rol oynamıştır.



5. Sonuçlar ve Başarılar


Atatürk döneminde, Türkiye, ekonomik anlamda önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Üretim artışı, sanayileşme ve tarımsal modernleşme gibi alanlarda kaydedilen başarılar, Türkiye'nin ekonomik yapısının modernleşmesine katkı sağlamıştır.


Ancak, Atatürk’ün ölümünden sonra, özellikle savaş sonrası dönemde bu politikaların sürdürülebilirliği ve etkili bir şekilde uygulanması zorlu hale gelmiştir.



Özet


Atatürk dönemi, Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığını sağlamaya yönelik ciddi adımların atıldığı bir dönemdir. Devletçilik, sanayileşme, tarım reformları ve altyapı projeleri, bu dönemin temel taşlarını oluşturmuş ve Türkiye'yi modern bir ulus-devlet olma yolunda önemli bir aşamaya taşımıştır. Bu politikaların, sonraki liderler ve dönemler üzerinde de etkili olduğu görülmektedir.


1. İsmet İnönü (1938-1950)


Koşullar ve Politika: İnönü dönemi, II. Dünya Savaşı koşulları nedeniyle zor bir ekonomik süreçti. Türkiye, savaşa katılmadı ancak savunma harcamalarını artırdı, bu da ekonomik baskıya neden oldu.


Sonuç: Kalkınmada zorluklar yaşandı, bazı temel gıda ve ihtiyaç ürünlerinde kıtlık oldu. Ancak savaş sonrası dönemde yapılan yatırımlarla Türkiye'nin sanayi altyapısında ilerlemeler sağlandı.



2. Adnan Menderes (1950-1960)


Koşullar ve Politika: Serbest piyasa ekonomisine geçiş başladı, tarım ve altyapı yatırımlarına ağırlık verildi. Marshall Planı çerçevesinde ABD’den mali destek alındı.


Sonuç: İlk yıllarda ekonomik büyüme hızlandı, ancak 1958'de yaşanan ekonomik krizle birlikte döviz sıkıntısı ve enflasyon yükseldi. Tarımda mekanizasyon arttı, köylere elektrik ulaştı, ancak dış borçlar da yükseldi.



3. Süleyman Demirel (1965-1971, 1975-1980)


Koşullar ve Politika: Planlı kalkınma döneminde, devlet ekonomide aktif rol aldı. Sanayi yatırımlarına önem verildi, ancak ithalat bağımlılığı yüksek kaldı.


Sonuç: Ekonomik büyüme dönemleri görüldü, ancak ithalat bağımlılığı ve 1970'lerdeki petrol krizi nedeniyle enflasyon ve işsizlik arttı.



4. Bülent Ecevit (1974, 1977-1979, 1999-2002)


Koşullar ve Politika: Koalisyon hükümetleri döneminde yönetim zorlaştı. Ecevit döneminde özellikle işçi hakları, sosyal politikalar ve Kıbrıs Barış Harekâtı öne çıktı.


Sonuç: Ekonomide istikrar sağlanamadı, özellikle 1970'lerde yüksek enflasyon ve döviz kıtlığıyla karşılaşıldı. 1999-2002 döneminde ise Kemal Derviş’in önderliğinde ekonomik reformlar yapıldı ancak 2001 krizi ekonomiyi derinden etkiledi.



5. Turgut Özal (1983-1989)


Koşullar ve Politika: Serbest piyasa ekonomisine geçiş hızlandırıldı. Özal dönemi, ihracata dayalı büyüme modeliyle dışa açılma süreci olarak bilinir.


Sonuç: Türkiye, önemli oranda ekonomik büyüme kaydetti, ihracat arttı. Ancak bu süreçte dış borçlar da büyüdü, gelir dağılımında eşitsizlik arttı.



6. Necmettin Erbakan (1996-1997)


Koşullar ve Politika: “Havuz Sistemi” ile devlet gelirlerinin daha verimli kullanılmasını hedefledi. Milli Görüş ekonomi politikalarıyla özellikle İslam dünyasıyla ticari ilişkileri artırmaya çalıştı.


Sonuç: Erbakan’ın ekonomiye etkisi sınırlı kaldı, ancak maaş artışları ve sosyal yardımlarla alt gelir gruplarına yönelik destekler sağlandı. Koalisyon hükümeti kısa sürdü.



7. Tansu Çiller (1993-1996)


Koşullar ve Politika: Çiller döneminde özelleştirme programları hızlandırıldı. Yabancı yatırım çekmeye yönelik adımlar atıldı, ancak koalisyon hükümetleri döneminde karar almak zorlaştı.


Sonuç: Bankacılık sektörü kriz yaşadı, ekonomik büyüme dalgalı seyretti. Enflasyon yüksek kaldı.



8. Mesut Yılmaz (1991, 1996, 1997-1999)


Koşullar ve Politika: Özelleştirme çabaları sürdürüldü. AB ile Gümrük Birliği Anlaşması (1995) imzalandı, bu da Türkiye’nin dış ticaretinde önemli bir dönüm noktası oldu.


Sonuç: Ekonomik büyüme sağlanamadı, yüksek enflasyon devam etti. 1999 depremi ve siyasi kriz ekonomiyi olumsuz etkiledi.



9. Recep Tayyip Erdoğan (2003-günümüz)


Koşullar ve Politika: Özellikle 2002-2008 arasında güçlü bir ekonomik büyüme yaşandı. IMF ile stand-by anlaşmaları uygulandı, mali disiplin sağlandı, büyük altyapı projeleri ve sağlık reformları yapıldı.


Sonuç: İlk yıllarda yüksek büyüme ve düşük enflasyon elde edildi, kişi başı gelir arttı. Ancak son yıllarda enflasyon, yüksek faiz ve döviz krizi gibi sorunlar yaşandı.



Genel Değerlendirme


Her liderin ekonomi politikaları, dönemin koşullarına göre değişiklik gösterdi. Turgut Özal, serbest piyasa ekonomisine geçiş ve ihracata dayalı büyümeyi başlatarak ekonomide önemli bir dönüşüm sağladı. Recep Tayyip Erdoğan ise özellikle 2002-2010 arası dönemde büyüme sağladı, fakat son yıllarda ekonomide dalgalanmalar arttı. Adnan Menderes ve Süleyman Demirel dönemleri ise yatırımlarda belirli başarılara rağmen ithalat bağımlılığı ve dış borçlanmayla sınandı.


29 Ekim 2024 Salı

Türkiye Cumhuriyeti

 Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'te kuruldu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun ardından bağımsız bir devlet olarak varlık göstermeye başladı. Cumhuriyet, modernleşme ve çağdaşlaşma hedefleri doğrultusunda birçok reform gerçekleştirdi. Bu reformlar arasında hukuk, eğitim, ekonomik ve sosyal alanlarda önemli değişiklikler yer alıyor.


Cumhuriyet dönemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihi ve kültürel mirasını da taşıyarak, Türk tarihinin devamı olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti, 2200 yılı aşkın Türk tarihinin modern bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. Türk kimliği ve kültürü, Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte daha da belirgin hale gelmiş, Osmanlı dönemine ait pek çok değer ve unsur yeni bir çerçeve içinde yeniden şekillendirilmiştir.



Her bir devletin çöküşü, kendi özel koşulları ve tarihsel bağlamı içinde değerlendirilmelidir.


Türk devletlerinin tarihi, birçok farklı dönemde kurulmuş ve çeşitli coğrafyalarda hüküm sürmüş önemli devletlerle doludur. İşte tarih boyunca kurulan  2000 yıllık geçmişi olan bazı önemli Türk devletleri ve özellikleri:


1. Göktürkler (552-744)


Kuruluş: Bilge Kağan döneminde, Türkleri birleştirerek Orta Asya'da güçlü bir devlet kurdular.


Özellikleri: İlk Türk alfabesini kullandılar. Göktürk Yazıtları, Türk tarihi açısından önemli belgelerdir.



2. Uygurlar (744-840)


Kuruluş: Göktürkler'in yıkılmasından sonra Uygurlar, Orta Asya'da etkili oldu.


Özellikleri: İlk kez Manicheizm ve Budizm gibi dinlerle tanıştılar. Uygurca, edebi bir dil haline geldi.



3. Karahanlılar (840-1212)


Kuruluş: Uygurlar'ın yıkılmasından sonra Türk-Müslüman bir devlet olarak ortaya çıktılar.


Özellikleri: İslam’ı kabul eden ilk Türk devleti. İslam kültürü ve sanatı üzerinde büyük etkileri oldu.



4. Gazneliler (971-1186)


Kuruluş: Alptekin tarafından kuruldu, en parlak dönemini Mahmud Gaznevi ile yaşadı.


Özellikleri: Hindistan seferleri ile tanındılar. Sanata ve mimariye önem verdiler.



5. Büyük Selçuklu Devleti (1037-1194)


Kuruluş: Selçuk Bey'in torunları tarafından kuruldu.


Özellikleri: İslam dünyasında önemli bir güç haline geldi. Nizamülmülk gibi önemli şahsiyetleri yetiştirdi.



6. Anadolu Selçuklu Devleti (1077-1307)


Kuruluş: Malazgirt Meydan Muharebesi sonrasında Anadolu'da kuruldu.


Özellikleri: Mimarlıkta önemli eserler bıraktı. Konya, başkentleri oldu.



7. Osmanlı İmparatorluğu (1299-1922)


Kuruluş: Osman Bey tarafından kuruldu.


Özellikleri: Üç kıtaya yayıldı ve 600 yıl boyunca varlığını sürdürdü. Kültürel, bilimsel ve askeri alanda büyük ilerlemeler kaydetti.



8. Türkiye Cumhuriyeti (1923-günümüz)


Kuruluş: Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kuruldu.


Özellikleri: Modern bir ulus-devlet anlayışı benimsendi. Laiklik, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi prensipler benimsendi.



Kaynak


Yazılı Kaynak:


Türk Tarih Kurumu Yayınları: Türk devletleri tarihi hakkında detaylı bilgi sunan eserler ve belgeler.


İlk Türk Yazıtları: Göktürk Yazıtları, Türk tarihi ve dili üzerine önemli bilgiler içerir.


İslam Tarihi: İslam dünyasında Türk devletlerinin rolü üzerine kapsamlı çalışmalar.




Türk devletlerinin tarihi boyunca önemli dönüm noktalarını ve karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır.




23 Ekim 2024 Çarşamba

Bahçeköy 'ün Gölgesinde

 Kurgusal, hayal gücüyle oluşturduğum E kitabım


Bölüm 1: Bahçeköy’ün Gölgesinde


Hüsnü, Bahçeköy’ün güneşli sokaklarında, ayakları çıplak, yamaçlardan yuvarlanarak büyümüştü. Babası Süleyman Bey, evin direği, sert mizacıyla bilinen ancak çocuklarına karşı her zaman adil olan bir adamdı. Kasabada onu herkes tanır, her sözüne güvenirdi. Süleyman Bey, işlerinin başındayken, küçük Hüsnü, her zaman babasının gözlerinin üzerinde olduğunu hissederdi.


Zamanın ağır ağır aktığı bu köyde, Hüsnü’nün çocukluğu da tıpkı doğup büyüdüğü topraklar gibi sakin ve dingindi. Fakat içindeki hırslı ruh, gelecekte onu çok daha büyük şeylerin beklediğini fısıldıyordu. Annesi Saadet, çocuklarını çevreleyen bu doğa ve dinginlik içinde onları büyütürken, Hüsnü’ye de geleceğin lideri olabilecek bilgece öğütler verirdi.


Bir gün, babasıyla ormanda çalıştıkları bir anda, Süleyman Bey, Hüsnü’nün omzuna elini koydu.


“Bak oğlum,” dedi derin bir nefes alarak, “Burası senin köklerin. Burada doğdun, burada büyüdün. Ama şunu unutma ki bir gün bu topraklardan daha geniş ufuklara bakman gerekecek. Hayat sana neler sunarsa sunsun, cesur ol ve dik dur.”


O an Hüsnü, babasının ne demek istediğini tam anlamasa da bu sözler, hayatının her evresinde yankılanacak bir öğüt haline gelecekti.


Bölüm 2: Ticarete İlk Adımlar


Bahçeköy’ün sabahları, ekmek fırınlarından yükselen sıcak ekmek kokusu ve kahvelerde içilen çayın sesiyle dolup taşardı. Hüsnü, babasının yanında işe başlar başlamaz, ticaretin aslında sadece alım satımdan ibaret olmadığını anlamıştı. Müşterilerin gönlünü kazanmak, dürüst olmak ve güven vermek işin esaslarıydı. Babası, küçük Hüsnü’yü köyde odun ve zahire ticaretine sokmuştu. Her sabah erkenden kalkıyor, at arabasıyla ormana gidiyorlar, kesilmiş odunları kasabaya getiriyorlardı.


Bir sabah, fırtınalı bir gecenin ardından ormana gittiklerinde, ağaçların devrilmiş olduğunu gördüler. Hüsnü'nün içi bir an korkuyla dolsa da babası ona sakin olmayı öğretti. 


ilk büyük iş, Hüsnü’nün ticarete olan bakış açısını değiştirdi. Ticaretin doğası bu denli zor ve fırsatlarla doluydu.


Bölüm 3: Küçük Dükkandan Büyük Hayallere


1987 yılı, Hüsnü’nün hayatındaki en büyük dönüm noktalarından biri oldu. Bahçeköy’de küçük bir market açmaya karar verdi. Bu dükkan, zamanla sadece yerel halkın değil, tüm Sarıyer’in ilgisini çeken bir ticaret merkezi haline gelecekti. Market, sadece günlük ihtiyaçların karşılandığı bir yer değil, aynı zamanda kasabanın kalbinin attığı, insanların sohbet ettiği bir mekandı. Hüsnü, yenilikçi fikirleriyle dükkanını diğerlerinden ayırmayı başardı. Dükkandaki sıcak ortam, müşterileri buraya çekiyor ve Hüsnü’nün dürüstlüğü onun ününü yaymaya başlıyordu.


Ancak işler her zaman güllük gülistanlık gitmedi. Ortaklıklar, rekabet, ekonomik zorluklar derken Hüsnü, dükkanını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu zorlu günlerde ailesi ve dostları ona en büyük destekçileri oldu. Kardeşleri Metin ve Çetin, Hüsnü’nün en zor zamanlarında omzundaki yükü paylaştılar.


Bölüm 4: Siyasete Adım


Marketin büyümesi ve Bahçeköy’deki ticari başarıları, Hüsnü’ye sadece maddi bir kazanç değil, kasabanın saygısını da kazandırmıştı. Dürüstlüğü ve yardımseverliği, halkın gözünde onu sadece bir esnaf değil, aynı zamanda topluma yön verecek bir lider haline getirmişti. Bir gün, yerel seçimlere adaylık için arkadaşları ona bir teklifte bulundular.


“Senin gibisine ihtiyacımız var, Hüsnü,” dedi Selim, kasabanın önde gelen isimlerinden biri. “Bu kasaba senin gibi biriyle ancak gelişir. Hadi, siyasete adım at!”


Hüsnü önce tereddüt etti. Ticarette ve aile hayatında büyük sorumlulukları vardı. Ancak, içinde hep var olan o liderlik arzusu ağır bastı. Babasının yıllar önce söylediği sözleri hatırladı: “Cesur ol ve dik dur.”


DYP partisinden teklif aldı ve hiç düşünmeden kabul etti. Artık sadece kasabanın değil, Sarıyer’in de meseleleriyle ilgilenmeye başlamıştı. Halkın arasında olmak, onların sorunlarını dinlemek ve çözüm yolları bulmak, Hüsnü için doğal bir görev gibiydi. İlk dönem belediye meclis üyeliği, ona halkın gerçek ihtiyaçlarını görme fırsatı verdi. Alt yapı, eğitim, spor ve ticaret alanında yaptığı yenilikler, kısa sürede adını daha da yaygınlaştırdı.


Ancak siyaset, ticaret kadar temiz değildi. Düşmanlar ve rekabetle doluydu. Hüsnü, bu yeni dünyada dürüst kalmak için çabalarken, çevresindeki bazı kişiler kendi çıkarları için onu kullanmaya çalışıyordu. Zamanla, siyasette ayakta kalmanın ne kadar zor olduğunu öğrenmeye başladı. Ancak her zorluğa rağmen, ailesi ona destek oluyordu. Özellikle eşi Oya, bu süreçte onun en büyük dayanağıydı.


Bir gece, uzun bir belediye toplantısından dönerken Oya ona, “Unutma, seni sen yapan dürüstlüğün 2. Bu yolda devam et,” dedi. Hüsnü, o gece eşiyle birlikte Sarıyer’in sessiz sokaklarında yürürken, siyasetin sadece güç ve mevki için değil, halkın refahı için yapılması gerektiğine dair inancını pekiştirdi.


Bölüm 5: Spor Kulübünde Liderlik


Hüsnü’nün bir diğer tutkusu ise spordu. Bahçeköy’ün amatör spor kulübüne uzun yıllar önce adım atmış, kasabanın gençlerine sporun ne kadar önemli olduğunu göstermişti. Küçük bir kulüple başlayan bu serüven, zamanla onun hayatının vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti.


Bahçeköy Spor Kulübü, Hüsnü’nün liderliğinde yeniden yapılandı. Onun başkanlık yaptığı dönemde kulüp, gençlere sporun sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir gelişim aracı olduğunu öğretti. Her hafta sonu maçlar, antrenmanlar ve dostluk turnuvaları düzenlenirdi. Hüsnü, gençlere sadece futbol oynamayı değil, aynı zamanda takım ruhunu, sabrı ve disiplinli olmayı da öğretti.


Bu süreçte en büyük hedefi, kulübe bir bina ve lokal kazandırmaktı. Büyük hayalleri olan Hüsnü, birçok sponsor ve yerel yetkiliyle görüşerek bu hayalini gerçekleştirdi. Bahçeköy Spor Kulübü, artık sadece bir futbol kulübü değil, kasabanın sosyal yaşamının merkezi haline gelmişti. Gençler, aileler ve kasaba halkı burada bir araya geliyor, sporun ve bir arada olmanın keyfini çıkarıyordu.


Hüsnü’nün spor tutkusunun en büyük meyvesi ise Sarıyer Spor Kulübü’ndeki yöneticilik göreviydi. Sarıyer’in 1. lige çıkmasıyla birlikte, Hüsnü’nün emekleri ve kararlılığı herkesin dilindeydi. O dönem, Hüsnü’nün sadece Bahçeköy’de değil, tüm Sarıyer’de bir lider olarak tanındığı dönem oldu. Her başarı, onu daha da güçlendirdi; ancak her başarı, yeni zorlukları da beraberinde getirdi.


Bir yandan ticaret, bir yandan siyaset ve spor kulübü işleri, Hüsnü’yü yoruyordu. Ama onun için en büyük güç, ailesi ve kasaba halkının desteğiydi. Halkın sevgi ve saygısı, onun yorulduğu her an yeniden ayağa kalkmasını sağlıyordu.


Bölüm 6: Ticarette Zirveye Doğru


Hüsnü, siyaset ve spor kulübündeki liderlik rollerinin yanı sıra, ticaret hayatında da önemli adımlar atmaya devam ediyordu. 1999 yılı, onun ticari kariyerinde büyük bir dönüm noktası oldu. Ortağıyla birlikte kurdukları marketi devretme kararı aldıklarında, bu hem zor hem de heyecan verici bir karardı. Yeni bir işyeri kurma hayali, Hüsnü’nün zihninde uzun zamandır vardı. Sarıyer’in kalbindeki Yazıcı Market, sadece bir alışveriş yeri değil, aynı zamanda bir buluşma noktasıydı. İnsanlar burada sadece alışveriş yapmakla kalmıyor, aynı zamanda sohbet ediyor, dertleşiyor ve birbirleriyle bağ kuruyorlardı.


Hüsnü, yeni marketin açılışını yaparken, müşterilere sadece kaliteli ürünler sunmayı değil, onlara samimi bir hizmet deneyimi yaşatmayı da hedefliyordu. Promosyon kampanyaları, ücretsiz gazete ve ekmek dağıtımı gibi yenilikler, İstanbul genelinde büyük ses getirdi. Rakipleri şaşkınlıkla Hüsnü’nün stratejilerini izlerken, o her geçen gün daha fazla müşteriyi kendine çekiyordu.


Ancak ticaretin de inişli çıkışlı bir dünya olduğunu unutmuyordu. Zaman zaman ekonomik krizler, tedarik sorunları ve piyasa dalgalanmaları onu zorladı. Bir gün, büyük bir ekonomik kriz patlak verdi. Tedarikçilerle yapılan anlaşmalar bozuldu, markette raflar boşalmaya başladı. Hüsnü’nün karşısında büyük bir karar vardı: Ya geri adım atacak ya da kriz karşısında dimdik duracaktı.


O, her zamanki gibi zorlukların üzerine gitmeye karar verdi. Aile bireyleri ve çalışanlarıyla birlikte gece gündüz çalışarak marketi ayakta tuttu. Bu zorlu süreç, onun kararlılığı ve dayanıklılığını bir kez daha gösterdi. Hüsnü, kriz anında bile müşterilerine kesintisiz hizmet sunarak onların güvenini kazandı.


Bir sabah, eşi Oya mutfakta kahvaltı hazırlarken, Hüsnü’ye dönüp “Seninle gurur duyuyorum,” dedi. “Her şey ne kadar zor olsa da sen hep ayakta kalmayı başarıyorsun. Bu, senin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.”


Hüsnü gülümseyerek, “Her şey senin desteğinle oluyor. Sen olmasan ben bu kadar dayanamazdım,” diye yanıt verdi. Bu sözler, ikisinin arasındaki güçlü bağı bir kez daha gözler önüne serdi.


Bölüm 7: Ailenin Kalbinde


Hüsnü, iş hayatında ne kadar meşgul olursa olsun, ailesine her zaman öncelik veriyordu. Babasından aldığı değerler, onun en büyük rehberiydi. Babası hayatta olmasa bile, ona olan sevgisi ve saygısı, her kararında kendini hissettiriyordu. 1994 yılında, Bahçeköy Camii’nin şadırvanını babası hayrına yaptırmıştı. O şadırvan, sadece bir hayır işi değil, aynı zamanda Hüsnü’nün babasına duyduğu derin sevginin sembolüydü.


Çocukları büyürken, Hüsnü onlara sadece ticaretin inceliklerini değil, aynı zamanda hayatın anlamını öğretmeye çalıştı. Her akşam, işten döndüğünde ailece sofraya oturur, günün yorgunluğunu birlikte atarlardı. Ailesi onun için bir sığınaktı; dış dünyada ne kadar zorlu olursa olsun, evine döndüğünde huzur bulurdu.


Bir akşam,  kızı  Zeynep ona yaklaşarak, “Baba, senin gibi güçlü bir insan olmayı çok istiyorum,” dedi. Hüsnü’nün gözleri doldu. Kızının bu sözleri, ona en büyük başarılarından birinin ailesini bir arada tutmak olduğunu hatırlattı. İşte o an, ticaretin, siyasetin ve sporun ötesinde, hayatındaki en büyük başarının ailesi olduğunu fark etti.


Bölüm 8: Yeni Ufuklar


2000’li yıllara girerken, Hüsnü’nün ticaretteki başarısı ve toplumdaki itibarı, onu yeni projelere yöneltti. Sarıyer’de büyük çaplı projelere katılmak, marketçiliği daha da genişletmek ve topluma daha fazla katkıda bulunmak istiyordu. Ancak yılların birikimi, onun omuzlarına ağır bir yük bırakmıştı. Hayatı boyunca hep ileriye bakan Hüsnü, artık bir durup geçmişine de bakmak gerektiğini fark etti.


Bir gün ofisinde otururken, yıllar önce dedesinden dinlediği göç hikayeleri zihninde canlandı. Dedesinin Selanik’ten Karacaova’ya yaptığı zorlu göç, onun için hep bir ilham kaynağı olmuştu. Bu hikayeyi ve ailesinin köklerini derinlemesine incelemek için kitap yazmaya karar verdi. "Karacaova ve Göstelup Köyü", bu araştırmaların bir ürünü oldu. Kitap, sadece ailesinin değil, mübadeleye maruz kalan binlerce insanın hikayesini anlatıyordu.


Hüsnü, tarih yazmanın ne kadar önemli olduğunu fark ettiğinde, başka kitap projeleri de planlamaya başladı. "Dünden Bugüne Sarıyer’in Bahçeköy’ü" ve "Karacaova/Karacaabad 1831 Yılı Nüfus Defteri" gibi eserleri, bölgenin tarihine ve kültürel mirasına ışık tutuyordu.


Bu kitaplar, onun liderlik yaptığı topluma olan borcunu ödemenin bir başka yoluydu. Hüsnü, sadece bir ticaret adamı değil, aynı zamanda geçmişin izlerini bugüne taşıyan bir tarih anlatıcısı olmuştu.


Bölüm 9: Zamanın İzi


Hüsnü Yazıcı, hayatın içinde adım adım yükselirken, geriye dönüp baktığında zamanın nasıl da hızla geçtiğini fark ediyordu. 1970’li yıllarda başladığı ticaret serüveni, artık köklü bir hikâyeye dönüşmüştü. Ancak, zamanın izleri sadece kendi yaşlanmasında değil, Bahçeköy’ün sokaklarında, insanların yüzlerinde de görünüyordu. Yıllar boyunca mahalle halkının değişimine şahit olmuştu. Küçük bir köy olan Bahçeköy, artık hızla büyüyen, modernleşen bir yerleşim yeriydi. Çocukluğunun geçtiği topraklar, yeni apartmanlar ve geniş caddelerle doluydu. Fakat Hüsnü, bu hızlı değişime rağmen, köyün ruhunu korumanın ne kadar önemli olduğunu biliyordu.


Bir akşam, Hüsnü evinin penceresinden dışarı bakarken, zihni çocukluk anılarına doğru bir yolculuğa çıktı. Babasıyla yaptığı uzun yürüyüşleri hatırladı. O zamanlar her şey daha basitti, insan ilişkileri daha sıcak ve samimiydi. Babasının elinden tutarken duyduğu güven hissini, kendi çocuklarına da vermeye çalışmıştı. Şimdi ise torunları aynı sokaklarda büyüyordu.


Bir gün torunu Yaman, ona yaklaşıp, "Dede, sen eskiden neler yapardın?" diye sorduğunda, Hüsnü gülümsedi. Torununun bu sorusu, ona zamanın geçse bile, bazı şeylerin hep aynı kaldığını hatırlattı. Aile, geçmiş ve değerler… İşte bu, Hüsnü’nün hayatı boyunca taşıdığı mirastı. Torununa kendi çocukluk anılarını anlatmaya başladı. Çamurlu sokaklarda oynadığı oyunlar, köyün eski pazarındaki anılar, babasıyla geçirdiği vakitler… Bu hikayeler, sadece Yaman’ın değil, Hüsnü’nün de içindeki çocuğu canlandırıyordu.


Bölüm 10: Büyük Buluşma


2005 yılı, Hüsnü Yazıcı’nın hayatında unutulmaz bir yıl olacaktı. Bu yıl, onu çocukluk anılarına ve köklerine bir adım daha yaklaştıracaktı. Yıllar önce, mübadele döneminde ailesinin göç ettiği Karacaova’ya gitme hayalini hiç unutmamıştı. Karacaova, onun için sadece bir coğrafi bölge değildi; ailesinin tarihini, kültürünü ve kimliğini şekillendiren bir yerdi. Oraya gitmek, köklerine geri dönmek demekti.


Bir sabah, ailesine sürpriz yaparak, "Hep birlikte Karacaova’ya gitmeye ne dersiniz?" dedi. Çocukları ve torunları bu fikre çok sevindiler. Çünkü onlar da dedelerinin hikayelerinde sık sık geçen bu toprakları görmek istiyorlardı. Karacaova, sadece bir bölge değil, Yazıcı ailesinin geçmişine doğru bir yolculuktu.


Bir hafta sonra, Hüsnü, eşi Oya, çocukları Süleyman, Zeynep. ve torunlarıyla birlikte Karacaova’ya doğru yola çıktı. Yolda, Hüsnü çocuklarına ve torunlarına, dedesinden dinlediği göç hikayelerini tekrar anlattı. Zor zamanlar geçiren ailenin nasıl dayanışma gösterdiğini, yabancı topraklarda nasıl kök saldıklarını, yeni bir hayat kurmanın ne kadar zorlu olduğunu anlattı. Her anlattığı hikaye, geçmişle bugün arasında güçlü bir bağ kuruyordu.


Karacaova’ya vardıklarında, Hüsnü’nün gözleri doldu. Dedesinin ve ailesinin yıllar önce yaşadığı topraklara adım atmak, onun için tarifsiz bir duyguydu. Torunlarına dönüp, "İşte, bizim ailemiz buradan çıktı. Burası bizim tarihimiz," dedi. Çocukları ve torunları, bu toprakların taşıdığı anlamı daha iyi kavramışlardı.


Bölüm 11: Köklerden Filizlenmek


Karacaova’dan döndükten sonra, Hüsnü, hayatında yeni bir sayfa açma kararı aldı. Bu yolculuk, ona aile bağlarının, tarihin ve köklerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı. Artık sadece geçmişe değil, geleceğe de bir miras bırakmak istiyordu. Bu miras, sadece ailesi için değil, Sarıyer halkı ve Bahçeköy için de olacaktı.


Yeni bir proje üzerinde düşünmeye başladı: Karacaova Göç Müzesi. Mübadeleyle ilgili hikayeleri, belgeleri, fotoğrafları ve eşyaları toplayarak bir müze kurmak istiyordu. Bu müze, hem geçmişi unutturmamak hem de gelecek nesillere bu tarihsel süreci aktarmak için önemli bir adım olacaktı. Hüsnü, torunlarına bu projeyi anlatırken gözlerinde bir ışıltı vardı. "Bu müze, sadece bizim ailemizin değil, mübadele yaşamış binlerce insanın hikayesini anlatacak," dedi.


Hüsnü’nün bu vizyonu, hızla hayata geçti. 2007 yılında, Sarıyer’de Karacaova Göç Müzesi’nin temelleri atıldı. Müzenin açılışında, mübadele yaşamış ailelerden birçok kişi bir araya geldi. O gün, sadece bir müze açılmamıştı; aynı zamanda yüzlerce insanın geçmişi, acıları ve zaferleri bir arada kutlanmıştı. Hüsnü, kürsüde yaptığı konuşmada, "Geçmişimizden güç alarak geleceğimizi inşa ediyoruz," diyerek, bu mirasın ne kadar önemli olduğunu vurguladı.


Bölüm 12: Anılarla Dolu Müze


Karacaova Göç Müzesi'nin açılışından sonra, Hüsnü Yazıcı'nın hayatı bir anlamda tamamlanmış gibiydi. Müzeye her girdiğinde, yıllar önce dedelerinden dinlediği hikayeleri adeta yeniden yaşıyor, ziyaretçilerin yüzlerindeki merak ve hüzün dolu bakışlarla geçmişin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha fark ediyordu. Müzenin duvarlarında asılı eski fotoğraflar, belgeler ve objeler, geçmişin sessiz tanıklarıydı. Ancak bu tanıklar, her bir ziyaretçiyle birlikte yeniden canlanıyor, insanların hafızasında yeni hikayelere dönüşüyordu.


Bir gün, Hüsnü'nün torunu Yaman , müzede gezerken dedesine sordu: "Dede, bu kadar acı dolu bir geçmişi neden hatırlamak istiyorsun?" Hüsnü, torununun sorusuna bakarak bir an düşündü. Ardından, sessiz ve sakin bir şekilde cevap verdi: "Çünkü geçmişi unutursak, aynı hataları tekrar ederiz. Bizim görevimiz, sadece acılarla dolu bir tarihi hatırlamak değil, o acılardan ders almak ve geleceği daha iyi bir yer haline getirmek."


Yaman, dedesinin bu sözlerini derinlemesine düşündü. Hüsnü, torununa dönerek devam etti: "Bu müze sadece bizim ailemizin değil, birçok insanın hikayesini anlatıyor. Her nesil, bir öncekinden bir şeyler öğrenir. Bizler, dedelerimizden aldığımız mirası çocuklarımıza ve onların çocuklarına aktarıyoruz. Bu bağ, bizi güçlü kılan şey."


Bölüm 13: Yeni Neslin Umudu


Yıllar geçtikçe, Hüsnü Yazıcı'nın etrafındaki dünya değişmeye devam ediyordu. Torunları büyüyor, kendi hayatlarını kuruyor, ancak aile bağları her zamanki gibi güçlü kalıyordu. Yaman, dedesinin izinden gitmeye karar vererek üniversitede tarih okumaya başlamıştı. Müze ve dedesinin anlattığı hikayeler, onun hayata bakışını derinden etkilemişti. Geçmişle geleceği birleştiren köprüde, Yaman da artık bir tuğla olacaktı.


Bir gün, Yaman dedesine gidip bir fikirle geldi. "Dede, Karacaova Göç Müzesi'ni daha geniş bir kitleye tanıtmak istiyorum. Sosyal medya üzerinden gençleri bu konuda bilgilendirebiliriz. Müzenin hikayesini dijital platformlara taşımak, geçmişi unutmadan geleceğe yönelik bir adım olur." Hüsnü, torununun bu heyecanını görünce gülümsedi. "Bu müzeyi kurarken, sadece geçmişi korumayı değil, gelecek nesillere bir ilham kaynağı olmayı da amaçlamıştım. Senin bu fikrin, o amacın bir parçası," dedi.


Yaman'ın başlattığı kampanya, kısa sürede büyük ilgi gördü. Gençler, müzenin hikayesini öğrenmek ve geçmişle bağ kurmak için müzeyi ziyaret etmeye başladılar. Hüsnü'nün içini bir huzur kapladı. Torununun enerjisi ve vizyonu, onun yıllardır taşıdığı mirası bir adım daha ileriye götürmüştü.


Bölüm 14: Hatırlamanın Gücü


Müze her gün yeni ziyaretçilerle dolup taşarken, Hüsnü geçmişi hatırlamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyordu. Ancak bu, sadece geçmişin acılarını hatırlamak anlamına gelmiyordu. Aynı zamanda o acılardan nasıl güç kazanıldığını, ailelerin birbirine nasıl tutunduğunu ve zor zamanların üstesinden nasıl gelindiğini hatırlamak da önemliydi.


Hüsnü, müzede bir gün sessizce otururken, eski bir arkadaşının ziyaret için geldiğini gördü. Ali Bey, Hüsnü'nün çocukluk arkadaşıydı ve uzun zamandır görüşmemişlerdi. İki eski dost, müzede dolaşırken geçmişe dair anılarla dolu bir sohbet başladı. Ali Bey, "Hüsnü, bu müze gerçekten harika olmuş. Senin hayalini gerçekleştirdiğini görmek çok güzel," dedi. Hüsnü ise, "Bu sadece benim değil, hepimizin hayaliydi. Bizden önce gelenler için, bizden sonra gelecek olanlara bir anı bırakmak istedim," diye yanıt verdi.


Bölüm 15: Bir Dönemin Sonu


Hüsnü Yazıcı, 80'li yaşlarına geldiğinde, hayatının büyük bir kısmını tamamladığını hissediyordu. Ancak içinde bir boşluk yoktu; aksine, hayatını dolu dolu yaşamış olmanın verdiği bir huzur vardı. Yıllar boyunca biriktirdiği hikayeler, yazdığı kitaplar, kurduğu müze ve yetiştirdiği çocuklar ile torunlar, onun bıraktığı mirasın bir parçasıydı.


Bir gün, torunlarıyla birlikte müzeyi ziyaret ettiklerinde, Yaman ona dönüp, "Dede, senin hikayeni de müzeye eklemeliyiz. Çünkü senin hayatın da bizim için büyük bir ilham kaynağı," dedi. Hüsnü gözlerinde yaşlarla, "Eğer bir gün bu müzede benim de hikayem anlatılırsa, en büyük mutluluğum bu olur," diye karşılık verdi.


Bölüm 16: Veda


Yıllar geçtikçe, Hüsnü Yazıcı'nın vücudu yavaş yavaş zayıflıyordu, ama ruhu hala genç ve enerji doluydu. Günlerini müzede geçirmekten vazgeçmemişti. Her gün müzeyi ziyaret eden insanlarla sohbet ediyor, onların hikayelerini dinliyor, kendi anılarını paylaşıyordu. Müze artık sadece geçmişin değil, aynı zamanda Hüsnü’nün hayata bakış açısının da bir yansımasıydı.


Bir sonbahar günü, Yaman dedesini müzede yalnız başına otururken buldu. Hafif bir esinti, açık pencerelerden içeri giriyor, müzenin duvarlarını süsleyen eski fotoğrafların üzerinde dolaşıyordu. Yaman, dedesinin yanına oturdu ve sessizce ona baktı. Hüsnü derin bir nefes alarak, "Her şey o kadar hızlı geçti ki, bir bakmışsın yıllar geride kalmış," dedi. Yaman, dedesinin bu sakin hali karşısında hüzünlendi, ama bunu belli etmemeye çalışarak, "Ama o yılların hepsinde iz bıraktın dede," diye karşılık verdi.


Hüsnü gözlerini hafifçe kapatarak gülümsedi. "Bir iz bırakmak... Evet, belki de tüm mesele bu. Ama izlerin kalıcı olması, geride bıraktığın insanların onu devam ettirmesiyle olur," dedi.


O gece Hüsnü'nün rahatsızlandığı haberi aile içinde hızla yayıldı. Torunları ve çocukları hemen onun yanına geldiler. Hüsnü, yatakta yatarken bile sakinliğini koruyordu. Etrafında toplanan aile fertlerine bakarak, "Hepiniz burada olduğunuz için çok mutluyum," dedi. "Beni en çok gururlandıran şey, sizin gibi bir aileye sahip olmak."


Çocukları ve torunları gözyaşları içinde Hüsnü'nün elini tuttular. "Senin mirasın bizimle devam edecek dede," dedi Yaman, "Senin hikayeni yaşatacağız."


O gece Hüsnü Yazıcı, huzur içinde son nefesini verdi. Ailesi onun anısını yaşatmaya yemin ederken, Hüsnü geride sadece bir müze değil, onurlu bir hayatın ve aile bağlarının gücünün sembolü olan bir miras bırakmıştı.


Bölüm 17: Mirasın Devamı


Hüsnü’nün vefatından sonra aile, dedelerinin bıraktığı mirası daha da genişletmek için büyük adımlar attı. Yaman ve kardeşleri, Karacaova Göç Müzesi'ni dijital platformlarda daha erişilebilir hale getirdiler. Hüsnü'nün yazdığı kitaplar, müzenin ana parçası olarak genç nesillere aktarıldı. Onlar için artık müze, sadece bir hatıra değil, gelecek nesiller için ders çıkarılması gereken bir okuldu.


Yaman, dedesinden öğrendikleriyle bir belgesel serisi başlattı. Bu seride, Balkanlar'dan göç eden ailelerin hikayeleri ve Türkiye'de nasıl yeni bir hayat kurdukları anlatılıyordu. Belgesel kısa sürede büyük ilgi gördü ve hem akademik dünyada hem de halk arasında büyük yankı uyandırdı. Yaman’ın projesi sayesinde, dedesi Hüsnü’nün geçmişi koruma ve aktarma isteği yepyeni bir boyut kazanmıştı.


Müze, zamanla bölgedeki en önemli kültürel merkezlerden biri haline geldi. Hem yerel halk hem de yabancı turistler, Karacaova Göç Müzesi'ni ziyaret ediyor, Türk ve Balkan tarihine dair birçok bilgi ediniyorlardı. Müze, sadece bir yerel tarih merkezi değil, aynı zamanda uluslararası düzeyde önemli bir kültürel miras noktası haline gelmişti.


Bölüm 18: Yeni Başlangıçlar


Yıllar sonra, Yaman bir röportajda dedesi Hüsnü'yü anlatırken, "Onun en büyük hayali, geçmişle gelecek arasında bir köprü kurmaktı. Bizler de o köprüyü daha sağlam hale getirdik. Bu miras, yalnızca bizim ailemize değil, tüm insanlığa ait," dedi. Yaman’ın gözleri gururla parlıyordu. Hüsnü’nün hayatının, sadece ailesine değil, çok daha geniş bir kitleye ilham verdiğini biliyordu.


Birkaç yıl sonra, müze daha da büyütüldü ve yanına bir araştırma merkezi eklendi. Bu merkezde, Balkanlar'dan göç eden ailelerin tarihleri araştırılıyor, akademik çalışmalar yapılıyor ve sergiler düzenleniyordu. Hüsnü'nün torunları, onun anısını yaşatmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyordu.


Sonunda, Hüsnü’nün bıraktığı iz, zamanla daha da derinleşti. Karacaova Göç Müzesi, bir aile mirası olarak başlayan yolculuğunu, uluslararası bir kültürel merkez haline gelerek tamamlamıştı. Hüsnü’nün anısı ise, her yeni ziyaretçiyle birlikte yeniden hayat buluyor, onun değerleri ve hikayeleri geleceğe taşınıyordu.


Bu hikaye kurgusal olarak yazılmıştır.

Yazar, Hüsnü Yazıcı


15 Ekim 2024 Salı

Kişisel analizim

Bir arkadaşın benim hakkında soru cevap şeklindeki konuşmadan sonra düşüncesi

1. Azim ve Kararlılık: Lise terk olmasına rağmen yaptığınız işlerde başarılı olduğunuzu belirtiyorsunuz. Bu, azimli, çalışkan ve kararlı bir karaktere sahip olduğunuzu gösteriyor. Eğitim düzeyi ne olursa olsun, işleri dürüst ve kanuna uygun yaparak başarıya ulaşmışsınız.



2. Dürüstlük ve Adalet: Haksızlığa tahammül edemediğinizi ve bu tür durumlara karşı oldukça tepkili olduğunuzu belirtiyorsunuz. Bu, adalete ve doğruluğa önem veren, haksızlığa karşı dik duran bir kişiliğiniz olduğunu gösteriyor. Doğru bildiğinizden şaşmıyor ve haklı olduğunuza inandığınız konularda güçlü bir duruş sergiliyorsunuz.



3. Çabuk Parlayıp Sönen Öfke: Sinirlendiğinizde saman alevi gibi parlayıp, hızla yatıştığınızı söylüyorsunuz. Bu, duygularınızın çabuk yükselip çabuk yatıştığını gösteren bir özelliktir. Kızgınlık anında yoğun duygular yaşasanız da, bu uzun süreli bir öfkeye dönüşmüyor.



4. Bağışlayıcılık ve İyi İlişkiler: Sinirli bir anın ardından karşı tarafın gönlünü aldığınızı ve insanlarla aranızda güçlü bağlar kurduğunuzu söylüyorsunuz. İnsanlar sizin içtenliğinize inanıyor ve yaptığınız hataları affedebiliyor. Bu, insanların size karşı sevgi ve güven beslediğini, onların gönlünü kazanabilen biri olduğunuzu gösteriyor.



5. Açık Sözlülük ve Mizah: "Lafın altında kalmam" ve "bilgiççe cevap veririm" ifadesi, açık sözlü olduğunuzu ve esprili bir yaklaşımınız olduğunu gösteriyor. Kendinizi ifade ederken zekânızı ve dil becerinizi kullanarak etkili yanıtlar veriyorsunuz.




Sonuç olarak, sizi haksızlığa karşı duran, azimli, dürüst ve içten bir kişi olarak tanımlayabiliriz. Zaman zaman ani öfke patlamaları yaşasanız da, bu durumları hızla telafi edebiliyorsunuz ve etrafınızdakiler sizi seviyor ve değer veriyor.


6 Ekim 2024 Pazar

Kitaplarımda yazılarım hakkında ironi

 Yazılarımda akademik bir dille değil, konuşma diliyle ve içten bir anlatımla yazmayı tercih ediyorum. Akademisyenler yerine benim bu tür konularda yazmamın, bir yandan  cümle düşüklükleri içermesi, ironik bir mesaj taşıyor . Bu yaklaşımım aslında iki farklı açıdan değerlendirilebilir:


1. Özgün ve İçten Bir Anlatım: Akademik metinler genellikle belirli bir yapı ve kurallara bağlıdır. Ancak benim yazılarım, bireysel bir perspektifi, daha samimi ve halkın anlayabileceği bir şekilde ortaya koyuyor. Özellikle mübadele gibi kişisel ve duygusal yönleri olan bir konuda, bu tarz bir anlatım okuyuculara daha yakın gelebilir. Konunun insani yönünü, akademik bir soğukluk yerine daha içten bir üslupla yansıtıyorum. Bu da, okurların tarihsel süreçlere daha fazla empati kurmasına yardımcı olabilir.



2. Akademik Dünyaya Eleştiri: Yazılarımda cümle düşüklükleri ve noktalama işaretlerine çok dikkat etmemem, akademik dünyaya bir eleştiri olarak değerlendirilebilir. Akademik çalışmaların bazen çok teorik ve soyut kalıp gerçek hayattan kopuk olabildiği düşünülür. Akademisyenler bu konuda daha sistematik araştırmalar yapsa da, benim deneyimlerim ve gözlemlerim sayesinde, konuyu yaşayan bir insan olarak daha derin ve duygusal bir bakış açısı sunuyorum. Akademik dünyanın bu konudaki zayıflığını vurgulamam, belki de mübadele gibi konuların sadece akademik kitaplarda değil, gerçek hayatın içinde, yaşayanların anlatımlarıyla daha derin bir şekilde işlenmesi gerektiğini gösteriyor.




Sonuç olarak, yazılarımın bu şekilde olması aslında konuyu sadece akademik çevrelerin tekelinden çıkarıp, daha geniş bir kitleye ulaştırmamı sağlıyor. Samimiyet ve yaşanmışlık içeren bir anlatım, akademik doğruluk kadar değerli olabilir. Dünya üniversitelerinin kütüphanelerinde bulunması da, bu tarz bir anlatımın takdir gördüğünü ve önemli bir boşluğu doldurduğunu gösteriyor.


"Ortaokul mezunu olmama rağmen, Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi üzerine yazdığım kitaplarım dünyanın dört bir yanındaki üniversite kütüphanelerinde yer alıyor. Eğitim seviyem, çalışmalarımın değerini sınırlamadı; aksine, tarihsel mirasımıza duyduğum bağlılık ve araştırma azmimle kültürel geçmişimizi gelecek nesillere aktarmak için güçlü bir motivasyon sağladı. Tarihe olan ilgim ve bilgiye olan tutkum, akademik çevrelerde takdir görmeme vesile oldu. Bu süreçte kazandığım tecrübeleri paylaşmak ve farklı perspektiflerden bakmayı teşvik etmek benim için büyük bir onur."


26 Eylül 2024 Perşembe

Türk kültürü

 Türk kültürü, Türk milletinin tarih boyunca şekillenmiş, kendine özgü bir kimliği yansıtan zengin ve çeşitli bir kültürel miras bütünüdür. Orta Asya kökenli olan bu kültür, yüzyıllar boyunca farklı coğrafyalara yayılmış ve yerel kültürlerle etkileşime girerek zenginleşmiştir.

Türk Kültürünün Temel Özellikleri:

 * Göçebe Yaşam Tarzı: Türklerin tarih boyunca göçebe bir yaşam sürmesi, kültürlerinde derin izler bırakmıştır. Atçılık, avcılık, hayvancılık ve konargöçer bir yaşam, Türk kültürünün temel unsurlarından olmuştur.

 * Şamanizm: Türklerin ilk dinleri arasında yer alan Şamanizm, doğa güçlerine tapınma, totemizm ve ruh inancı gibi özellikleriyle Türk kültürünü şekillendirmiştir.

 * İslam'ın Etkisi: Türklerin İslam'ı kabul etmesiyle birlikte, kültürlerinde önemli değişimler yaşanmıştır. İslam sanatı, edebiyatı, felsefesi ve hukuku Türk kültürüne önemli katkılarda bulunmuştur.

 * Aile Bağları: Türk kültüründe aile bağları çok güçlüdür. Büyük aile kavramı, saygı, hoşgörü ve dayanışma gibi değerler Türk toplumunda önemli bir yer tutar.

 * Misafirperverlik: Türkler, misafirperverlikleriyle tanınırlar. Misafir ağırlama gelenekleri, Türk kültürünün önemli bir parçasıdır.

 * El Sanatları: Türk el sanatları, zengin bir geçmişe sahiptir. Halıcılık, kilim dokuma, ahşap oymacılığı, metal işleme gibi sanat dalları Türk kültürünün önemli bir parçasıdır.

 * Müzik: Türk müziği, makam sistemi ve zengin bir repertuvarıyla dikkat çeker. Klasik Türk müziği, halk müziği ve günümüz popüler müziği Türk kültürünün önemli bir parçasıdır.

 * Yemek Kültürü: Türk mutfağı, çeşitli ve lezzetli yemekleriyle dünya mutfağına önemli katkılar sağlamıştır. Kebap, börek, pilav gibi yemekler Türk mutfağının vazgeçilmez lezzetleri arasındadır.

Türk Kültürünün Çeşitliliği:

Türk kültürü, tarih boyunca farklı coğrafyalarda yaşayan Türk topluluklarının etkisiyle çeşitlilik göstermiştir. Anadolu Türkleri, Orta Asya Türkleri, Balkan Türkleri gibi farklı Türk topluluklarının kendine özgü kültürel özellikleri bulunmaktadır.

Türk Kültürünün Günümüzdeki Durumu:

Türk kültürü, günümüzde de yaşamını sürdürmekte ve gelişmeye devam etmektedir. Geleneksel değerlerin modern yaşamla bir araya gelmesi, Türk kültüründe yeni bir sentez yaratmaktadır.

Türk Kültürünün Önemi:

Türk kültürü, Türk milletinin kimliğinin temelini oluşturur. Türk kültürünü tanımak, Türk milletinin tarihini, değerlerini ve geleceğini anlamak için önemlidir.


Peçenek, Kuman ve Uz Türklerinin Slavlarla Karışımı ve Etkileşimi

 Peçenek, Kuman ve Uz Türklerinin Slavlarla Karışımı ve Etkileşimi

Özet:

Peçenek, Kuman ve Uz Türklerinin Slavlarla olan etkileşimi, tarih boyunca coğrafi yakınlık, siyasi ittifaklar ve çatışmalar, kültürel alışveriş gibi birçok faktörün bir araya gelmesiyle şekillenmiştir. Bu etkileşim, her iki toplumun da dil, kültür, din ve sosyal yapılarına derin izler bırakmıştır.

Detaylı Bilgi:

 * Coğrafi Yakınlık ve Göçler: Bu Türk boyları, geniş coğrafi alanlara yayılmış ve sık sık Slavlarla komşu olmuşlardır. Göçler, savaşlar ve ticaret yoluyla bu iki toplum arasında yoğun bir etkileşim yaşanmıştır.

 * Siyasi İttifaklar ve Çatışmalar: Bazen müttefik, bazen de düşman olarak karşı karşıya gelen bu topluluklar, siyasi çıkarlar doğrultusunda ittifaklar kurmuş veya savaşlar yapmışlardır. Bu durum, kültürel alışverişin yanı sıra, nüfus hareketlerine de neden olmuştur.

 * Kültürel Alışveriş: Dil, din, gelenek görenekler, sanat ve el sanatları gibi birçok alanda karşılıklı etkileşimler yaşanmıştır. Türklerin göçebe yaşam tarzı, at yetiştiriciliği ve savaşçılık gibi özellikleri Slav kültürünü etkilemiş, aynı şekilde Slavların yerleşik yaşam tarzı ve tarım kültürü de Türkleri etkilemiştir.

 * Evlilikler ve Asimilasyon: Zaman içinde iki toplum arasında evlilikler gerçekleşmiş ve bu durum, genetik ve kültürel bir karışımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bazı Türk boyları, yerleşik hayata geçerek Slav kültürüne asimile olmuşlardır.

 * Dil ve Kültürün Karışımı: Türk ve Slav dilleri arasında karşılıklı etkileşimler sonucu yeni lehçeler ve dialektler ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, kültürel unsurların da karışımıyla yeni bir sentez oluşmuştur.

Sonuç:

Peçenek, Kuman ve Uz Türklerinin Slavlarla olan etkileşimi, Orta Asya ve Doğu Avrupa tarihinin önemli bir parçasıdır. Bu etkileşim, her iki toplumun da kimliklerini şekillendirmiş ve zenginleştirmiştir. Günümüzde, bu bölgelerde yaşayan insanların genetik ve kültürel yapılarında bu etkileşimin izleri hala görülmektedir.


24 Eylül 2024 Salı

Sosyal medya, televizyon, gazete ve kitap gibi tüm medya

 Sosyal medya, televizyon, gazete ve kitap gibi tüm medya araçları, bilgiye ulaşımımızı sağlayan önemli platformlar olsa da, her birinin kendine özgü yanlılıkları ve sınırlamaları bulunmaktadır.

Tüm medya araçlarında ortak olan bazı durumlar şunlardır:

 * Subjektiflik: Herhangi bir haber veya bilgi, onu sunan kişinin veya kurumun bakış açısından etkilenir. Bu durum, haberin objektif olmaktan uzaklaşmasına ve farklı yorumlara açık olmasına neden olur.

 * Seçici Olma: Medya kuruluşları, hangi haberi yayınlayacaklarına kendileri karar verir. Bu da, belirli olayların abartılı bir şekilde sunulmasına veya bazı haberlerin tamamen görmezden gelinmesine yol açabilir.

 * Ticari Kaygılar: Özellikle ticari amaçla yayın yapan medya kuruluşları, izleyici veya okuyucu sayısını artırmak için daha ilgi çekici ve bazen de çarpıcı haberlere yönelebilir.

 * Ideolojik Yanlılık: Bazı medya kuruluşları, belirli bir ideoloji veya siyasi görüşe yakın durarak haberlerini bu yönde şekillendirebilir.

Ancak sosyal medya ve diğer geleneksel medya arasında bazı önemli farklılıklar da bulunmaktadır:

 * Hız: Sosyal medyada bilgi anlık olarak yayılırken, diğer medya araçlarında haberlerin yayılması daha uzun sürebilir.

 * Etkileşim: Sosyal medyada kullanıcılar, haberlere anında yorum yapabilir ve diğer kullanıcılarla etkileşime geçebilir. Bu durum, haberlerin daha hızlı yayılmasına ve daha çok tartışılmasına neden olur.

 * Doğrulama: Sosyal medyada paylaşılan bilgilerin doğruluğunu teyit etmek daha zordur. Bu durum, yanlış bilgilerin hızla yayılmasına ve dezenformasyona yol açabilir.

Sonuç olarak:

Hem sosyal medya hem de diğer medya araçları, bilgiye ulaşmamızı sağlayan önemli araçlardır. Ancak bu araçları kullanırken, eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmalı ve bilgilerin doğruluğunu farklı kaynaklardan teyit etmeliyiz. Hiçbir medya kuruluşunun sunduğu bilginin mutlak doğru olduğunu düşünmemeliyiz.

Peki biz ne yapabiliriz?

 * Farklı Kaynakları Takip Et: Tek bir kaynağa değil, farklı ve çeşitli kaynaklardan haber alarak daha kapsamlı bir bilgiye ulaşabilirsiniz.

 * Eleştirel Düşün: Duyduğunuz veya okuduğunuz her habere hemen inanmayın. Haberin kaynağını, yazarını ve içeriğini dikkatlice inceleyin.

 * Doğrulamayı Öğrenin: Yanlış bilgileri tespit etmek ve doğru bilgileri bulmak için bazı doğrulama tekniklerini öğrenin.

 * Medya Okuryazarlığı Kazanın: Medyanın nasıl çalıştığını, haberlerin nasıl üretildiğini ve sunulduğunu öğrenerek daha bilinçli bir tüketici olabilirsiniz.

Unutmayın: Bilgi güçtür ve doğru bilgiye ulaşmak, bilinçli bir birey olmak için çok önemlidir.

23 Eylül 2024 Pazartesi

Osmanlı'nın Gizli Kahramanları:

Osmanlı'nın Gizli Kahramanları: Evlad-ı Fatihan ve Çeribaşılar

Giriş:
Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş coğrafyasını fethetmekte ve korumakta büyük rol oynayan bir askerî sınıfı var mıdır, diye sorsak aklınıza kimler gelir? Muhtemelen ilk olarak yeniçeriler aklınıza gelecektir. Ancak Osmanlı ordusunun omurgasını oluşturan sadece yeniçeriler değildi. Bugün sizlere, Osmanlı'nın gizli kahramanları olarak nitelendirebileceğimiz, Rumeli'nin koruyucuları Evlad-ı Fatihan ve çeribaşıları hakkında ilginç bilgiler sunacağım.
Evlad-ı Fatihan Kimdir?
Evlad-ı Fatihan, Osmanlı Devleti'nin Rumeli'ni fetheden gazilerin soyundan gelenlere verilen isimdir. Askerî bir sınıf olarak kabul edilen Evlad-ı Fatihan, dedelerinden miras kalan mülklerinin yanı sıra seferlere katılım karşılığında dirlikler ve maaşlar alırlardı. Rumeli'ye yerleştirilen diğer Türk grupları olan "Türk Uşakları" da zamanla Evlad-ı Fatihan olarak adlandırılmıştır.
Çeribaşı Nedir?
Çeribaşı, Osmanlı Devleti'nde müsellemler, timarlı sipahiler, çingene, yörük, tatar, evlad-ı fâtihân, voynuk ve akıncı gibi eyalet askerlerinin zâbitlerinden birine verilen addır. Çeribaşıların görevi, emrindeki askerleri bir yerden başka bir yere götürmek, seferlere hazırlamak, asayişi sağlamak ve vergi toplamaktı.
Rumeli'de Evlad-ı Fatihan ve Çeribaşıların Rolü
Evlad-ı Fatihan ve çeribaşılar, Rumeli'nin fethi ve savunmasında önemli bir rol oynamışlardır. Sınırları korumuş, iç güvenliği sağlamış ve bölgedeki Türk nüfusunun bir arada kalmasını sağlamışlardır. Timar sistemi sayesinde hem toprak sahibi olmuş hem de devlete askeri hizmet sunmuşlardır.
Timar Sistemi ve Evlad-ı Fatihan
Timar sistemi, Osmanlı Devleti'nde devlet hizmetleri karşılığında verilen toprak mülkiyetidir. Evlad-ı Fatihan da bu sistemden yararlanarak toprak sahibi olmuş ve elde ettikleri gelirle geçimlerini sağlamışlardır.
Çeribaşıların Yetkileri ve Sorumlulukları
Çeribaşılar, emrindeki askerlerin eğitimi, disiplin ve sevk ve idaresinden sorumluydular. Ayrıca vergi toplama, adalet ve idari işler gibi önemli görevleri de üstlenirlerdi.
Evlad-ı Fatihan'ın Sonu
Osmanlı Devleti'nin zayıflamasıyla birlikte Evlad-ı Fatihan teşkilatı da dağılmaya başlamıştır. Tanzimat Fermanı ile birlikte yapılan düzenlemelerle Evlad-ı Fatihan'ın özel durumu ortadan kaldırılmış ve diğer askerlerle aynı statüye getirilmiştir.
Sonuç
Evlad-ı Fatihan ve çeribaşılar, Osmanlı Devleti'nin askeri ve idari teşkilatında önemli bir yer tutmuşlardır. Bu yapı, devletin sınırlarını korumak, iç güvenliği sağlamak ve bölgedeki Türk nüfusunu bir arada tutmak gibi önemli görevleri yerine getirmiştir.

18 Eylül 2024 Çarşamba

1923, Türkiye

 1923, Türkiye için oldukça önemli bir dönüm noktasıydı. Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanmasıyla birlikte, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildi. Ancak yeni kurulan devletin birçok zorlukla karşı karşıya olduğu bir dönemdi.

1923 Türkiye'sinin durumu şu şekilde özetlenebilir:

 * Siyasi:

   * Cumhuriyetin ilanıyla monarşiye son verilmiş ve yeni bir devlet sistemi kurulmuştu.

   * Lozan Antlaşması ile Türkiye'nin sınırları belirlenmiş ve uluslararası alanda tanınması sağlanmıştı.

   * Ancak içeride siyasi istikrarın sağlanması ve yeni yönetim sisteminin oturtulması önemli bir görevdi.

 * Ekonomik:

   * Savaşın yıkıcı etkileri nedeniyle ekonomik durum oldukça zayıftı.

   * Altyapı büyük ölçüde tahrip olmuş, sanayi üretimi durma noktasına gelmişti.

   * Tarım sektörü de savaşın etkileriyle daralmıştı.

   * Ekonomik bağımsızlığın kazanılması ve ülkenin yeniden inşası için büyük çabalar sarf edilmesi gerekiyordu.

 * Sosyal:

   * Savaşın yarattığı sosyal sorunlar, eğitimsizlik ve yoksulluk gibi sorunlar önemli sorunlardı.

   * Toplumun modernleşmesi ve batılılaşması için büyük dönüşümler yaşanması gerekiyordu.

   * Kadın hakları, kırsal kalkınma ve sağlık gibi konularda önemli adımlar atılması bekleniyordu.

1923 Türkiye'sinin önemi:

 * Yeni bir başlangıç: Cumhuriyetin ilanıyla Türkiye, geçmişteki tüm zorluklara rağmen yeni bir sayfa açmıştı.

 * Modernleşme süreci: Batılı devletlerle eşit düzeyde bir ülke olma hedefiyle büyük reformlar yapıldı.

 * Ulusal birlik ve beraberlik: Kurtuluş Savaşı'nda kazanılan birlik ve beraberlik duygusu, yeni devletin temelini oluşturdu.

Sonuç olarak, 1923 Türkiye'si, büyük potansiyele sahip olmasına rağmen birçok zorlukla mücadele eden genç bir devletti. Ancak Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde başlatılan reformlarla kısa sürede önemli ilerlemeler kaydedildi.

17 Eylül 2024 Salı

Etnik kimlikler, genetikten ziyade kültürel ve sosyal faktörlere dayanır.

 Etnik kimlik, bir bireyin veya grubun kendisini ait hissettiği kültürel, sosyal, dilsel ve bazen dini özellikleri içeren karmaşık bir kavramdır. Genetik faktörler bu kimliği belirlemede doğrudan bir rol oynamaz.

Örneğin: İki farklı ülkede doğmuş, genetik olarak yakın akraba olan iki kişi, büyüdükleri kültürler ve yaşadıkları deneyimler nedeniyle tamamen farklı etnik kimliklere sahip olabilirler.

Etnik kimliği şekillendiren başlıca faktörler:

 * Kültür: Gelenekler, inançlar, değerler

 * Dil: Ana dil, konuşulan diller

 * Tarih: Ataların yaşadığı topraklar, deneyimler

 * Sosyal çevre: Aile, arkadaşlar, toplum

 * Milliyet: Vatandaşlık duygusu

Özetle: Etnik kimlik, bireyin kendisini tanımlamasında önemli bir rol oynar ve genetikten çok kültürel ve sosyal etkileşimlerin bir sonucudur.

15 Eylül 2024 Pazar

BiZANS T ARİHÇİLERİ


Peçenek Türkleri, Bizans İmparatorluğu'nun kuzeydoğu sınırlarında yaşayan ve sık sık imparatorluğa akınlar düzenleyen bir Türk boyudur. Bu nedenle, Bizanslı tarihçiler eserlerinde Peçenekleri sıklıkla ele almışlardır. İşte Peçenekleri eserlerinde anlatan bazı önemli Bizanslı tarihçiler:

 * Prokopios: 6. yüzyılda yaşamış olan Prokopios, Gotik Savaşlar ve Doğu Roma İmparatorluğu'nun diğer savaşlarını anlatan eserlerinde Peçeneklere de yer vermiştir. Peçeneklerin yaşam tarzı, savaş taktikleri ve Bizans ile ilişkileri hakkında önemli bilgiler sunar.

 * Theofanes İtirafçı: 8. ve 9. yüzyıllarda yaşamış olan Theofanes, Bizans kroniklerinde Peçenek akınları ve Bizans-Peçenek ilişkileri hakkında detaylı bilgilere yer vermiştir.

 * Leo Taktikos: 9. yüzyılda yaşamış olan Leo Taktikos, askeri bir komutan ve yazar olarak, eserlerinde Peçeneklere karşı nasıl savaşılması gerektiği konusunda taktikler sunmuştur.

 * Georgios Kedrenos: 11. yüzyılda yaşamış olan Georgios Kedrenos, Bizans tarihini kapsayan geniş bir eserde Peçeneklerin Bizans'a yaptığı akınları ve bu akınların sonuçlarını detaylı bir şekilde anlatmıştır.

 * Zonaras: 12. yüzyılda yaşamış olan Zonaras, Bizans tarihini özetleyen eserinde Peçenekler hakkında da bilgiler vermiştir.

Bu tarihçilerin eserleri, Peçeneklerin siyasi, sosyal ve askeri hayatları hakkında önemli bilgiler sunmaktadır. Peçeneklerin göçebe bir yaşam sürdürdükleri, atlı okçulukta oldukça başarılı oldukları ve sık sık Bizans topraklarına baskınlar düzenledikleri bu kaynaklardan öğrenilebilir.

Peçenekler hakkındaki bu Bizanslı kaynaklar, tarihçilerin Orta Asya'dan Avrupa'ya uzanan göç hareketlerini ve bu hareketlerin Bizans İmparatorluğu üzerindeki etkilerini anlamalarına yardımcı olmaktadır








TÜRK KÜLTÜRÜ SAYI 452 YIL XXXVlll ARALIK 2000 İSLAM VE ANADOLU TARİHİ AÇlSINDAN ÖNEMLİ 

· BiZANS TARİHÇİLERİ 


1. MIKHAlL A TT ALEIATES (ö. 1080) 

Bizanslı hukukçu, yargıç ve tarihçidir. Muhtemelen Parnphylia'da Attalia şehrinde doğmuş 

olduğu için bu unvana sahiptir. Şu halde Attaliates onun asıl aile adı değildir. Doğduğu yerden 

avukatlık mesleğine başladığı başşehre göç etmiştir. İstanbul ve Tekirdağ'da inşaat ve arazi spe- külasyonu sayesinde oldukça bUyUk bir servet kazanmıştJr. Sivil ve askeri mahkemelerde avukat-

lık yaprnıştJr.Lnparator IV. Romanos Diogenes'e (1068-1071) askeri hllim sıfatıyla seferlerinde 

refakat ettiği devre içinde kendisine patrikios rütbe ve unvanı tevcih olunmuştur. lmparator M. 

Vll. Parapinakes devrinde de mevkiini muhafaza etmiştir. Bu imparatorun sukutundan sonra ken-

disine magister unvanı b~eden N. Botaniates'e iltihak etmiştir. Mikhael'in dost çevresine dok-

tor ve mütercim Symon Sethos, devlet adamı M. Burumites ve muhtemelen Achrida başpiskoposu 

Theohylaktos dahil idiler. VII. Mikhael Dukas'ın Peçenekler ile yaptığı savaşlara da katılmıştJr. 

Bu arada 1034-1079 tarihleri arasındaki olaylan kapsayan Historia (1079-1080) adlı eserini impa-

rator Nikephoros Botaneiates'e (1078-1081) ithaf etmiştir. VI. asırda yaşamış ola."l. Agathias'tan 

esinlenerek yazmış olduğu bu kitabı eksik olmakla birlikte sağlıklı bilgiler içermektedir. Arkaik 

bir üslup kullanmıştır. 

Eseri Bizans Lnparatorluğu Başşehir Memurlar Asalet Sınıfının Hakimiyet Devri (1025-

1081) kaynaklan arasında zikredilen M. Attaleiates, Bizans sarayında itibarlı bir mevkiye sahip 

olarak 1034-1079 tarihleri arasında meydana gelen olaylan carılı ıjahit olarak tasvir etmiljtir. Bu 

sebeple eseri çok kıymetlidir. Nasıl ki, Psellos sivil partinin temsilcisi idiyse Attaleiates de askeri 

feodal aristokrasinin bir taraftan idi. Attaleiates'in memuriyet ayatında yükselilji Romanos Dio-

genes. zamanın a başlamış olup, bu imparatorun saltanaundan itibaren tasvirleri dalıa da zengin-

eşmekte fakat diğer yandan subjektifleşme tedir. Attaleiates' in tarihinden, dalıa sonra Ioarınes 

Skylitzes Contimuatus, Nikephoros Bryennios, Anna Komnene ve Ioarınes Zonaras gibi tarihçiler 

yararlanmllj ardır. Attaleiates, 1077 yılında kurduğu bir manastır için ayin kurallanru içeren bir 

kitap yazdıktan başka, 1072 yılında imparator VII. M. Dukas'ın isteği üzerine bir klavuz hazırla

ffillillr. 

Eserde Türk tarihiyle ilgili özgün bilgiler de mevcuttur. Selçuklu-Bizans ililjkileri ve savaş-

lan hakkında bilgi verir. Peçenek-Bizans savaşlarından, Oğuzlar ve Kumanlar'dan bahseder. lıı1-

parator X. Konstantinos'un 1065'te Oğuzlar'a karşı yürürnesinden başka, Türkler'in Anadalo- yu'ya ilk akınlan ve Romanos Diogenes'in onlara karşı yaptığı seferlerini (1060-1070'li yıllarda) 

de anlatJr. Ancak, eserin bizim açll11l2dan önemi, Malazgirt Savaşı 'nı anlatmasıdır. Aynca o, eser-

de Bizans egemenliğindeki Bulgarlar ve Macarlar ın Bizans'a karşı yapmış olduklan akınlardan 

da söz eder. Eserin neıjri: M. Attaleiates, Historia, (nşr. I. Bekker), C.S.H.B., Bonn 1836. 1056 yı-

ına kadar olan bölümü ise, H. Gregoire tarafından 1958 lında Fransızcaya çevrilmiştir. 

• Ara~unna görevlisi, Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyaı Fakültesi Tarih/Ortaçağ Bölümü. 


2. MIKHAlL PSELLOS (1018-1081) 

Orta halli bir ailenin ikinci çocuğu olarak 1018 yılında Bizantian veya Konstantinoupolis'te 

(!stanbul) doğdu. Annesinin te~vik ve desteğiyle tercih ettiği öğrenim hayatını baJlarıyla tamamla-

dı. Yirmi dört yaJlında iken artık devrinin bütün ilimlerine (felsefe, geometri, hukuk, tıp ve teolo-

ji) vakıf bulunuyordu. · 

V. Mikhail döneminde 1041-1042 yılında bir arkadallının yardımıyla sekreter olarak girdiği 

sarayın, IX. Konstantinos Monomakhes zamanında (1042-1055) en gözde kişisi oldu. 1045 yılın-

da Bizantion'da yeniden kurulan yüksek okulda "Filozofların Konsülü" unvaruyla Felsefe bölü-

münün baJlına getirildi. Sonraki yıllarda ise, hükUmet memuru ve imparator diınışmaru olarak 

önemli görevleri üzerine aldı. 

Bizantian patriği Mikhail Kerullarios (1043-1058) ile arası açılınca Olypos manastırına çe-

kildi. Ancak. manastır hayatı ona göre olmadığından lmparator IX. Konstantinos 'un ölümünden 

sonra tekrar Bizantion'a geri döndü.lmparatoriçe Theodora (1055-1056) ve akabinde tahta çıkan 

VI. Mikhail (1056-1057) zamanlarında sarayda önemli mevkilere yükseldi. Jsaakios Komnenos 

(1057-1059) tarafından da baJlbakan olarak atandı. X. Konstantinos Dukas döneminde (1059-

1067) ise, imparatorun oğullannın ve saray erkfuurun çocuklannın hacası oldu. Ayrıca, yüksek 

eğitim kurumlarındaki idareciliği tekrar eline geçirdi ve imparatorun kardeşi Ioarınes Dukas ile 

yakınlık kurarak onun politik daruşmanı oldu. Böylece 1063 yılında saraya dönerek eski itibarını 

yeniden kazandı. 

Bu güzel günler, IV. Romanos Diogenes (1068-1071) tarafından geri plana itilmesi, Mikhail 

Dukas (1071-1078) zamanında da görevinden tamamen uzaklaJltınlmasıyla son buldu. Çaresiz ve 

yalnız bir adam olarak, ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber muhtemelen 1081 yılında 

öldü. 

Eseri olan Khronagraphia 14 imparatoru kapsayan bin yıllık bir dönemi içine almaktadır. ll. 

Basileious'un (976-1025) tahta çıkışından VII. Mikhail Dukas uı tahtta bulunduğu 1077 yılına 

kadar gelmektedir. Şekil ve üsliip bakımından iki ayrı bölümden olu~maktadır: 976-1059 yıllan 

arasını kapsayan birinci bölüm gerçekçi ve bağımsız, X. Konstantinos Dukas'uı tahta çıkışından 

VII. Mikhail Dukas'ın imparatorluğunu içine alan ikinci bölüm ise taraflı olarak kaleme aluımış-

tır. 

KhoronograpJıia, pekçok tarihçi hatta Psellos'un çağdaJllannca (Nikephoros Bryennios, Io-

arınes Skylitzes •. Anna Komnena ve Zonaras) bile kullanılmıştır. Eser ilk olarak C.N. Sathas tara-

fından 1874 yılında yayınlandı: "Funeral Oration on John Xophilinos", BibliotJıeca Graeca Medii 

Aevi, IV. 

E. Renauld tarafından da Fransızca tercümesiyle birlikte neşredildi: Michael Psellos CJıro-

rwgrapJıi ou Histoire d'un Siecle de Byzance 976-1077, I-II, Paris 1926-28. E.R.A. Sewter eseri 

İngilizce'ye çevirmi~tir: Fourteen Byzantine Rulers. The Chrorwgraphia of Michael Psellos, Pen-

guin Classics, London 1966. 

Tarihçinin bu eserini Prof. Dr. I~uı Demirkent ise Türkçeye kazandırmıştır: Mikluıü ?sel-

los' un Khronographia'sı, TTK, Arıkara 1992. 


3. SKYLITZES (ö. 1060 civarı) 

Onbirinci yüzyıl Bizans tarihçilerindendir. Hayatı hakkında bilgi bulunrnamalctadır. Eseri 

olan Synopsis Historiarwn, 811-1057 yılları arasını kapsamaktadır. I. Romanos Lakapenos'un 

(920-944) sonuna kadar olan dönem için Theophanes Continuatus'tan faydalanmıştır. Eserin bun-

dan sonraki kısrru günümüze kadar gelerneyen kaynaklara dayanması dolayısıyla önemlidir. 

Nikephoros Phokas dönemi (963-969) için Leon Diokonios'dan, Phokas sülalesinin kroniği 

olan bir eserden ve kilise menşeli kaynaktan yararlanmıştır. Ioannes Komnenos'un tahta çıkışına 

kadar ulaJlan kroniğin son kısrru da büyük değer laJlımaktadır. 

Eserin orijinal metni bugüne kadar neşredilmemiştir. Bonn Corpus'u ise, Skylitzes'i kopya 

etmiş olan Georgios Kedrenos'un neşriyle yetinmiştir: Georgios Kedrenos (Ioarınes Skylitzes), 

Synopsis Historiarwn, (nşr. I. Bekker), C.S.H.B., I-II, Bonn 1838-39. 

712 (8)

SAYI452 TÜRK KÜLTÜRÜ YIL XXXVIII 

2. MIKHAlL PSELLOS (1018-1081) 

Orta halli bir ailenin ikinci çocuğu olarak 1018 yılında Bizantian veya Konstantinoupolis'te 

(!stanbul) doğdu. Annesinin te~vik ve desteğiyle tercih ettiği öğrenim hayatını baJlarıyla tamamla-

dı. Yirmi dört yaJlında iken artık devrinin bütün ilimlerine (felsefe, geometri, hukuk, tıp ve teolo-

ji) vakıf bulunuyordu. · 

V. Mikhail döneminde 1041-1042 yılında bir arkadallının yardımıyla sekreter olarak girdiği 

sarayın, IX. Konstantinos Monomakhes zamanında (1042-1055) en gözde kişisi oldu. 1045 yılın-

da Bizantion'da yeniden kurulan yüksek okulda "Filozofların Konsülü" unvaruyla Felsefe bölü-

münün baJlına getirildi. Sonraki yıllarda ise, hükUmet memuru ve imparator diınışmaru olarak 

önemli görevleri üzerine aldı. 

Bizantian patriği Mikhail Kerullarios (1043-1058) ile arası açılınca Olypos manastırına çe-

kildi. Ancak. manastır hayatı ona göre olmadığından lmparator IX. Konstantinos 'un ölümünden 

sonra tekrar Bizantion'a geri döndü.lmparatoriçe Theodora (1055-1056) ve akabinde tahta çıkan 

VI. Mikhail (1056-1057) zamanlarında sarayda önemli mevkilere yükseldi. Jsaakios Komnenos 

(1057-1059) tarafından da baJlbakan olarak atandı. X. Konstantinos Dukas döneminde (1059-

1067) ise, imparatorun oğullannın ve saray erkfuurun çocuklannın hacası oldu. Ayrıca, yüksek 

eğitim kurumlarındaki idareciliği tekrar eline geçirdi ve imparatorun kardeşi Ioarınes Dukas ile 

yakınlık kurarak onun politik daruşmanı oldu. Böylece 1063 yılında saraya dönerek eski itibarını 

yeniden kazandı. 

Bu güzel günler, IV. Romanos Diogenes (1068-1071) tarafından geri plana itilmesi, Mikhail 

Dukas (1071-1078) zamanında da görevinden tamamen uzaklaJltınlmasıyla son buldu. Çaresiz ve 

yalnız bir adam olarak, ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber muhtemelen 1081 yılında 

öldü. 

Eseri olan Khronagraphia 14 imparatoru kapsayan bin yıllık bir dönemi içine almaktadır. ll. 

Basileious'un (976-1025) tahta çıkışından VII. Mikhail Dukas uı tahtta bulunduğu 1077 yılına 

kadar gelmektedir. Şekil ve üsliip bakımından iki ayrı bölümden olu~maktadır: 976-1059 yıllan 

arasını kapsayan birinci bölüm gerçekçi ve bağımsız, X. Konstantinos Dukas'uı tahta çıkışından 

VII. Mikhail Dukas'ın imparatorluğunu içine alan ikinci bölüm ise taraflı olarak kaleme aluımış-

tır. 

KhoronograpJıia, pekçok tarihçi hatta Psellos'un çağdaJllannca (Nikephoros Bryennios, Io-

arınes Skylitzes •. Anna Komnena ve Zonaras) bile kullanılmıştır. Eser ilk olarak C.N. Sathas tara-

fından 1874 yılında yayınlandı: "Funeral Oration on John Xophilinos", BibliotJıeca Graeca Medii 


4. ANNA KOMNENE (1083-1148J 

Bizans Imparatoru I. Aleksios (1081-1 ı 18) ile Eirene Dukas'm ilk çocuğudur. Karde§i Ioan-

nes'in yerine kocası Nikephoros Bryennios'u imparatorluk tahtına geçirmeye çalışmış fakat, başa-

ramayınca inzivaya çekilerek babası Aleksios Kornnenos'un hayatını yaımıtır. lıTıparator Aleksi-

os'un yerine tahta geçen Ioannes, Anna'nın kardeşiydi ve o devir tarihçilerinden Ioannes aleyhine 

tarih yazan tek kişi Anna idi. 

Anna, daha çocuk yaşmdayken genç müşterek imparator Konstantinos Dukas ile nişanlan-

mış ve Aleksios, K. Dukas'a veliahtlık vaadetmişti. Kardeşi loannes'in doğumundan kısa bir süre sonra K. Dukas'm zamarısız ölümü, Anna'nın ilitirasma darbe olmuştu. Genç kadın bundan sonra 

hiç durmadan ve annesinin de nzası iştirakiyle babasını, veliahtlığı şimdiki kocası Caesar Nikep-

horos Bryennios'a vasiyet etmesi için sıkışunp durmuştur. Hatta imparator ölüm döşeğinde yatar 

ve kızı ve karısı tarafından büyük bir şefkatle tedavisine çalışırken bile harumlar, yaptıkları hiz-

meti arada bir kesip Ioannes'i veliahtlıktan azietmesi için israr etmişlerdir. Fakat Aleksios, oğlunu 

kendine halef yapmakta kararlıydı ve öyle de oldu. Bunun üzerine, Ioannes 'e karşı annesiyle bir-

likte bir sUikast düzenleyen Anna başarısız olunca mallan mUsadere olurırnuştu. Kendisi ve zevce-

si, tacm kaybını tarihçiliğe yönelerek teları etmeye çalışmışlardır. 

Anna, Aleksias'ında babasının tarihini başından ölümüne kadar (1069-1118) tasvir etmiştir. 

Aslında o, kocasının 1137'de ölümü üzerine onun yarım bıraktığı eserine bir zeyl yazmayı düşün-

müş ve Alexias'ı yazmıştır. Bunun delili, 1137 yani Romanus'tan sonrasını yazmış olmasıdır. 

lkirici olarak o, yarunda yaşayan kardeşi Aksukos'tan hiç bahsetmez. Antik örneklere göre şekille-

nen eski Yunan tarih yazarlığı, şiiri ve felsefesine vakıf olan prensesin seçkin bir antik üslüp ile 

kaleme aldığı eseri, sadece Bizans humanismusunun çok belirgin bir abidesi olmakla kalmayıp, 

aynı zamanda birinci derecede bir tarih kaynağıdır. Aleksias'm tarafgirane eğilimi ve başta krono-

loji bakımından mevcut olan kanşıklık olmak üzere diğer noksanlıklan, yazarırun mevkii ve te-

cessüs duygusu sayesinde sahip olduğu bilginin çok taraflılığı ve genişliği ile tamamen telafi edil-

mektedir. Nitekim, kronolojik olarak seneleri unuttuğu için yıllan net vermemiştir. Ayrıca o, bir 

olayı alıp da bitirmez, ona tekrar tekrar değinir. Konuyla ilgili pekçok bilgi verirken, bir çoğunu 

da atlamaktadır. 

Anna'nın lafsilatlı tasvirleri, Bizarıs'ın yeniden büyük devlet olarak ihyasını, Batı dünyası-

nın ilk haçlı seferinde (Mayıs 1096) Bizarıs ve Türkler ile temasını; Normanlar ile kuzey ve doğu-

nun Türk kavimleriyle yapılan mücadeleleri kapsayan bu önemli devir hakkındaki bilgimizin ana 

kaynağını teşkil eder. 1101 Yılı Haçlı Seferleri hakkında verilen bilgi çok yetersizdir. 

· Anna, Türklere karşı husumet içiresindedir. Aleksias, Çaka Bey'in kişiliği ve faaliyetleri 

hakkında bilgi veren tek kaynakur. Ondan üç yerde balıseder. Bizarıs filosunun Sakız adasına 

çıkıp kaleyi kuşatması ve Çaka Bey'in Bizanslılar'ı püskUrtmesi gibi olaylar onda kayıllıdır. Ayn-

ca, I. Kılıç Arslan'ın Bizarıs'a karşı ilk mücadeleleri (1093 ve sonrası), Marmara'nın güney kıyı-

sındaki Bizans şehir ve kalelerini fethe girişınesi ve Imarator Aleksios Kornnenos'un buna karşı 

savunması ve başarılan da eserde anlatılmaktadır. 

Süleymanşah'ın Tutuş ile mücadelesi ve ölümünden ise şöyle bahsedilir: "Süleymarışah 

(1086 Aynuseylem savaşında) dağılan ordusunu topartamak için büyük çaba gösterdi ise de başa-

rılı olamadı ve savaş meydarundan aynlıp ıssız bir yere çekildi. Çok geçmeden Tutuş, adamlarını 

göndererek onu yanına getirmelerini, kendisiyle öpüşüp banşacağıru ve kendisinin, yarunda şere-

fme yakışır bir muamele göreceğiıli bildirdi. Fakat SU!eymanşah, Tutuş'un bu içten önerisi karşı-

sında, içine düştüğü bu acıldı sonun yarattığı ruhi bunalımın etkisiyle yarunda taşıdığı hançeri kal-

bine saptamak sUretiyle hayatına son verdi (Haziran 1086)". 

Anna, U.tin Doğu'nun llOO'den ı ı 18'e kadarki tarihi için de en önemli Grekçe kaynaktır. 

Ancak, Antakya'yı işgal eden haçlılara verdiği önernin binde biri kadarını Urfa ve kontlarırıa ver-

memiştir. 

(9) 713


I452 TÜRK KÜLTÜRÜ YIL xxxvm 

Eserin Fransızca tercümesi ve mufassal tarihi yorumu ile neşri: Anna Komnene, Aleksiade, (nşr. B. Leib), Calleetion Byzantine de l'Association Guillaume Bude, I-III, Paris 1937, 43, 45. 

Diğer neşri: Ducange, R.H.C.G., I (Poussine neşrinin geniş bir şerhidir). Bir diğer ne§ri: A. Reif-

ferscheid, I-II, Leipzig 1884. İngilizce tercüme ve ne§ri: E. Dawes, The Alexias of the Princess 

Anna Comnena, London 1928; E.R.A. Sewter, The Alexiad of Anna Comnena, Penguin Books, 

London 1969; Almanca terc. Köln 1995; Türkçe terc. Bilge Umar,lstanbul1997. 


5. CEDRENUS (KEDRENOS), GEORGIOS (XI. Asır) 

Kedrenos, yüksek bir Bizans memuru olan loannes Skylitzes 'in XI. Asır sonunda Theopha-

nes'i devam ettirerek yazdığı ve 811-1057 yıllan arasını içeren k:roniğinin esas kısmıru kopya et-

miştir. Skylitzes, Romanos Lakapenos'un sukutuna kadar olan devre için, özellikle Thephanes 

Continuarus'tan faydalanmıştır. lmparator Nikephoros Phokas'ın sonuna kadarki dönem için 

Skylitzes, Leon Diakonos'un da faydalandığı, Phokas sUlalesinin bir tür kroniği olan bir eserden 

ve bunun yarunda kilise menşeli bir kaynaktan yararlanmıştır. Leon Diakonos ile Skylitzes'in, do-

layısıyla bilyük oranda

SAYI452 TÜRK KÜLTÜRÜ YIL xxxvm 

Eserin Fransızca tercümesi ve mufassal tarihi yorumu ile neşri: Anna Komnene, Aleksiade, (nşr. B. Leib), Calleetion Byzantine de l'Association Guillaume Bude, I-III, Paris 1937, 43, 45. 

Diğer neşri: Ducange, R.H.C.G., I (Poussine neşrinin geniş bir şerhidir). Bir diğer ne§ri: A. Reif-

ferscheid, I-II, Leipzig 1884. İngilizce tercüme ve ne§ri: E. Dawes, The Alexias of the Princess 

Anna Comnena, London 1928; E.R.A. Sewter, The Alexiad of Anna Comnena, Penguin Books, 

London 1969; Almanca terc. Köln 1995; Türkçe terc. Bilge Umar,lstanbul1997. 

5. CEDRENUS (KEDRENOS), GEORGIOS (XI. Asır) 

Kedrenos, yüksek bir Bizans memuru olan loannes Skylitzes 'in XI. Asır sonunda Theopha-

nes'i devam ettirerek yazdığı ve 811-1057 yıllan arasını içeren k:roniğinin esas kısmıru kopya et-

miştir. Skylitzes, Romanos Lakapenos'un sukutuna kadar olan devre için, özellikle Thephanes 

Continuarus'tan faydalanmıştır. lmparator Nikephoros Phokas'ın sonuna kadarki dönem için 

Skylitzes, Leon Diakonos'un da faydalandığı, Phokas sUlalesinin bir tür kroniği olan bir eserden 

ve bunun yarunda kilise menşeli bir kaynaktan yararlanmıştır. Leon Diakonos ile Skylitzes'in, do-

layısıyla bilyük oranda Kedrenos'un kaynaklan sorununu M. Syuzyumov 1916 ve A.P. Kajdan 

1961 yılında neşrettikleri eserlerinde tarsilatlı olarak izah etmişlerdir. · 

Kedrenos, Bizans-Arap savaşıarına ve bu savaşlarda Araplar'a karşı başarılı olan kuman-

danların hayat hikayelerine kitabında yer vermiştir. Türk tarihi ile ilgili olarak ise Kedrenos, Tuğ-

rul Bey'in Malazgirt kuşatması ile o dönem olaylarından, ayrıca lmparator Romanos Diogenes'in 

Anadolu'yu yurt edinmeye başlamili olan Selçuklu Türkleri'ne karşı çıktığı seferlerinden bahse-

der. Mesela, Diogenes'in 1071 Malazgirt savaşındaki yenilgisini anlatırken o, eskiden beri Roma 

ve Bizans imparatorlarının başlarına gelecek iyi ve kötü olayların, daha önce vukubulan bazı olay-

larla belli olduğu inancına dayanarak, Diogenes'in başı üstünden kara bir güvercinin uçmasuu, 

sefer sırasında çadırının zarar görmesini ve nihayet atlarının ahırının yanmasını onun yerıileceğine 

yormuşıur. 

Bonn Corpus'u Kedrenos'un eserini neşretmiştir: Georgios KEDRENOS, Syrwpsis Histori-

arum, (tlljr. I. Bekker), C.S.H .B., I-II. Bonn 1839.

 

6. ZONARAS (1130 Civarı) 

Tarihçi ve ilahiyatçı olan Zonaros XII. yüzyılın ilk yarısında yaşadı. Doğum tarihi kesin ola-

rak bilinmemekle beraber 1159'dan sonra da öldüğü sanılmaktadır. lffiparator Alekisos'un (I. Ale-

kios, 1081-1118) hizmetinde bulunmuş, fakat ardından mevkiini kaybederek (1118'den sonra) St. 

Glykeria manastırına keşiş olmuştur. 

En meşhur eseri olan Epitome Historion'ı (Tarihin Özeti) dünyarun yaratılışından itibaren 

ele almakta ll 18 yılına kadar getirmektedir. Eser eski kaynaklara dayanmaktadır (Az olarak Atta-

liates, 976 yılından sonraki olaylar için Psellos ve arkasından da Skylitzes'i kullanmıştır). Ayrıca 

zamanımıza intikal etmemiş iyi bir kaynaktan yararlanması, eserini oluştururken bağımsız ve ta-

rafsız davranması da esere büyük değer kazandırmaktadır. Aleksios dCinemi için Anna Komne-

na 'ya bağlı kalmakla beraber kendince açıklamalar yapmaktan geri durmarnı~tır. 

Eser, Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae'de Grekçe metin ve Latince tercümesiyle be-

raber M. Pinder tarafından 1841-1844'de 2 cilt h5.Jinde, Bütıner Wobst tarafından da 1897 yılında 

yayımlanmıştır. J. Millet de S. Amew Fransızca (Clıroniques ou Annales de Jean Zonaras) çevirisi 

ise 1560 yılında Lyı:m'da ve 1583 yılında Paris'te bası.J.mıştır. 

Eser Byzantinische Geschichtsclıreiber d:Zisinin 16. cildi olarak 1986 yılında Militars und 

H öflinge im Ringen um das Kisertum 969 hiS 1118 Nach der Chronik des Johannes Zonaras adıy-

la yayırrılanmışur. 

Genel olarak Bizans tarihçileri Türkler için "Pers" tabirini kullanmaktadırlar. Psellos ile 

Skylitzes ve Zonaras'ın eserlerinde de Attaleiates, Anna Komnene ve Kedrenus'ta olduğu gibi, 

Türk tarihine dair bilgiler mevcuuur. Bu bilgiler arasında özellikle Selçuklular'ın Anadolu akınla-

n ve Bizans imparatorlarının bu akınlar karşısında çoğu zaman çaresiz kalarak hiçbir şey yapama- · 

dıklarına dair haberler kayıtlıdır. 

714 



SAYI452 L. ŞEYBAN YIL XXXVTil 

Bu arada, lmparator IV. Romanos Diogenes devrinde (1068-1071) Büyük Selçuklu Sultanı 

Alp Arslan'ın (1063-1072) kazandığı tınlü Malazgiıt Savaşı (26 Ağustos 1071) sonucu Anadolu 

kapılarının Türkler' e tamamen açılmasıv Arıadolu'nun artık Türkler' e temelli yurt olmaya baş-

lamastru gösteren olaylar genel olarak l!J$tılmaktadır. 

Aynca Kumanlar, Peçenekler gibf Türklerin zaman zaman Bizans ordusunda ücretli asker 

olarak görev yaptıklarını, kimi zaman ise devlete karşı kuzeyden ve batıdan etkin şekilde saldırı 

akınlan dÜZenleyerek Bizans imparatorlartru zor durumda bıraktıklartru belgeleyen olaylar ·da bu 

tarihçilerin eserlerinde bulmak mümkündür. 

B1BL1YOGRAFY A 

ALPTEK!N, C., "Türkiye Selçuklulan", Doğuştan Günümüze Büyük Isi/im Tarihi, Esra Yayınları, VIII, 

Konya 1994. 

DEMIRKENT, I., Haçlı Sefer/eri, Dünya Yayınlan İstanbul 1997. 

-----,I., Türkiye Selçuklu Hükiimdo.rı Sultan!. Kılıç Arslan, ITK Yayınlan, Ankara 1996. 

------,I., Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi, TTK Yaymlan, I-II, Ankara 1990-1994. 

------,I., "Bizans", TDV,Islôm Ansik/opedisi. 

---. L, "HaçWar'', TDV,IslamAnsik/opedisi. 

--------,I., "1101 Yılı Haçlı Seferleri", 1.0. E.F.O.Ç.T.A.B.D. (Prof Dr. Fikretlşıltan'a 80. Doğum Yılı Ar- manağı), İstanbul 1995. 

DlMAIO, M., "Smoke in the Wind: Zonaras, Use of Philostorgius, Zosimus, John of Antioch and John of 

Rhodes in his Narrative on the Neo-Flavian Emperos", Byzanıion 58 (1988), 230-255. 

KAZHDAN, Alexander P., "John Zonaras", The O;iford Dictionary of Byzanıium, m, 2229. 

------,"Michael Psellos", age., m, 1754-1755. 

----,"John Skyliı.zes", age., m, 1914. 

MERÇII.., E., Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, TTK Yayınlan, Ankara 1997. 

OSTROGORSKY, G., Bizans D~vieti Tarihi, (Çev. Fikret Işıl tan), ITK Yayınlan, Ankara 1995. 

ÖZAYDIN, A.-F. BAŞAR, "Fetihten Sonra Anadolu'da Kurulan tık Türk Devletleri ve Anadolu Beylikleri", 

Islam Tarihi, Kayhan Yayınlan, VIII,lstanbul 1994. 

PSELLOS, Mikhail, Khoronographia, (Türkçe tre. ve nşr. Işın Demirkent), TTK Yayınlan, Ankara 1992. 

RUNCIMAN, S., Haçlı Seferleri Tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), TTK Yayınlan, I-m, Ankara 1986-1992. 

SEVİM, A.-E. MERÇtL, Selçuklu Devletleri Tarihi ITK Yayınlan, Ankara 1995. 

SEVlM, A., "Suriye Selçuklulan", Doğuştan Günümüze Büyük Islam Tarihi, Çağ Yaymlan, VII, İstanbul 

1989. 

SEVİM, A., Suriye-Filistin Selçuklu Devleti Tarihi, ITK Yayınlan, Ankara 1989.


YAZI, Lütfi ŞEYBAN* SAYFASINDAN ALINTIDIR