Devletin hemen her dönem önemli bir askeri kuvvet olarak benimsediği,
ayrıca iç güvenlik, vergi toplama vb. konularda da mühim roller yüklediği bu teşkilat,
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yeni ordu için bir tür insan kaynağı olarak
görülmüştür. Bu çerçevede söz konusu taifenin Asakir-i Mansure-i Muhammediye
ordusuna dâhil edilmesi amacıyla bölgede 1827’den itibaren geniş çaplı nüfus sayımları
başlamıştır. Sayımlardan anlaşıldığı kadarıyla bu dönemde Rumeli’nin çeşitli kazalarında
yirmi beş binden fazla Evlâd-ı Fâtihân mensubu mevcuttur. Sayım sonrasında ise 1828’de
bunlar için bir nizamname hazırlanarak, birlikler oluşturulmuş ve subay atamaları
yapılmıştır. Buradan hareketle Evlâd-ı Fâtihân mensuplarının yeni orduya eklemlenmesi
süreci de başlamıştır.
1827-1828 sayımı ile 1830-1831’deki ilk ve genel nüfus sayımları ve sonrasındaki
tahrirlerin amacı göz önüne alındığında orduya alınabilecek kişilerin bulunabilmesi için
öncelikle geleneksel askeri sınıfa dâhil olan unsurlardan başlandığı görülmektedir. Farklı
yıllara ait nüfus
olsa da tespit ettiğimiz bazı bulgular literatürdeki Evlâd-ı Fâtihân kavramıyla ilgili yaygın
bazı kanaatlerin gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Yukarıda da değinildiği üzere
bu yapı temelde askeri bir oluşum olup, mensupları ayrıcalıklı bir zümredir. Ayrıca,
teşkilatın etnik olarak Türk, dini olarak yalnızca Müslümanlardan oluştuğu kanaati
yaygındır. Bununla beraber 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir teşkilat olma vasfını
kaybeden bu yapının artık soyut bir forma dönüştüğü anlaşılmaktadır. Nitekim Evlâd-ı
Fâtihân tabirinin 1850’den sonra ayrıcalık yaratacak bir tür romantizm unsuru olarak
kullanıldığı/kullanılmaya başlandığı görülür. 19. yüzyılın sonundan günümüze kadar
gelen süreçteyse Evlâd-ı Fâtihân kavramı uzun süre Türk hâkimiyetinde kalan Rumeli
coğrafyasına özlemle karışık bir aidiyet bağlamını almıştır. Bu hissiyatın arka planında
büyük olasılıkla 93 Harbiyle başlayıp, Balkan savaşıyla devam eden Rumeli’den
Anadolu’ya olan zorunlu göçler yatmaktadır. Nitekim Balkan kökenli Türklerin/
Müslümanların büyük çoğunluğunun günümüzde dahi kendisini Evlâd-ı Fâtihân
gruplarının manevi mirasçısı olarak telakki ettiği malumdur. Buna karşılık çalışmamızda
öne çıkan bazı bulgular Evlâd-ı Fâtihân tahayyülüne aykırı bazı unsurlar barındırmaktadır.
Zira 18. yüzyıl başlarından itibaren gayrimüslimlerin de Evlâd-ı Fâtihân teşkilatına dâhil
edildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar gayrimüslimlerin, Müslümanlar gibi cepheye gidip
gitmedikleri belirsiz olsa da bunların bir şekilde Evlâd-ı Fâtihân’a mensup oldukları
açıktır. Konuyla alakalı yazışmalarda Hristiyanların bu taifeye alınmasının kanuna aykırı
ve Evlâd-ı Fâtihân yapılanmasının asli olarak Müslümanlardan oluşan bir teşkilat olduğu
19. yüzyıl ricali tarafından ifade edilmektedir. Buna karşın yüksek olasılıkla bir önceki
asırda merkezi idarenin taşradaki otoritesinin azalması, mali ihtiyaçlateşkilatın düzenine aykırı olduğu söylenen bu tarz uygulamaların bir şekilde hayata
geçirilmesine neden olmuştur.
Evlâd-ı Fâtihân teşkilatına Gayrimüslimlerin girmiş olmasından duyulan
rahatsızlığa rağmen 1845’e kadar teşkilata dâhil olup çeşitli ayrıcalıklara sahip olan
zımmilere müdahale edilmediği anlaşılmaktadır. Bu durum, ihtiyaçlar ve imparatorluk
realitesi içinde değerlendirilmelidir. Nitekim klasik dönemden beri Hristiyan Sipahi,
Voynuk ve Martolos vb. isimlerle teşkil edilmiş ve Ortodoksların ağırlıkta olduğu
yapıların imparatorluğa çok uzun süre askeri alanda hizmet verdikleri de bilinmektedir.
Buradan hareketle Evlâd-ı Fâtihân teşkilatına zımmilerin dâhil edilmesi de pek şaşırtıcı
olmasa gerektir.