Translate

24 Mayıs 2009 Pazar

DERSAADET in Sayfiye Semti sarıyer

"Sarıyer halkı eskiden yerleşik ve yazlık olarak ikiye ayrılırdı. Şimdi bu ayrım yok. Sarıyer'in yerli halkı karışıklık gösterir. Doğu Roma İmparatorluğu'ndan Osmanlı dönemine kadar Rum, Ermeni ve Anadolu'dan gelen yerli Türklerden oluşuyordu. İstanbul'un fethi Sarıyer'in de göç alarak Türkleşmesine neden oldu. Sarıyer'e göç daha ziyade yörenin önem kazandığı 16. ve 17. yüz yıllara rastlar.

Ruslarla yapılan savaşlar, bilhassa 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) Balkanlardan olduğu kadar Karadeniz Bölgesi'nden de göçlere neden oldu. Bilahare Birinci ve İkinci Balkan, Birinci Dünya ve Ulusal Kurtuluş Savaşları nedeniyle İstanbul ile birlikte Sarıyer de göç aldı. Belirtilen nedenlerle çok farklı yerlerden insanlar İstanbul'a ve Sarıyer'e göç etti. bahçeköye 1924 mübadelesinde selanik sancağına bağlı vodina karacaova bölgesi gustulüp ve fuştandan müslüman türkler ordaki mallarına karşılık burda yer verilerek yerleştirilmiştir.

Böylece semtin yerli ve yerleşik halkı meydana geldi. Sarıyer'in Muhacir Mahallesi ve Koru Mahallesi bu göçlerle oluştu. Ayrıca sayfiye yeri olması nedeni ile gelenler vardı. Bunlar çoğunlukla zengin Türkler, Rumlar, Ermeniler ve az da olsa Yahudilerdi ve Sarıyer'in yazlık halkını oluşturuyorlardı. Zamanında özellikle Hacı Hidayetin Bağı pek meşhur mesire yeri imiş.

İlçe merkezi olan Sarıyer'de hayli tarihi eser bulunmaktadır.

Sarıyer Ali Kethüda Cami Sultan II. Mustafa zamanında (1695-1703) Sadrazam Kethüdası Ali Efendi tarafından inşa ettirildi. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın kethüdası Maktul Mehmet Ağa tarafından 1721 yılında cami onarıldı ve camiye bir de tuğla minare yaptırıldı. Cami 19.yy.ın ortalarında tekrar onarıldı. 1969 yılında denizle sınır olan bodrum katındaki kayıkhane de camin alt katı olarak tanzim edildi. Fevkani (iki katlı) olarak yaptırılan Sarıyer Ali Kethüda cami İstanbul'un en ışıklı camilerinden biridir. Köydeki Pazar Kayığı Cami ise bu caminin vakfında olan bir hatunun hayratı olduğu da kayıtlıdır.

Bostancıbaşı defterine göre, 19. y.y.'da Sarıyer'de 12 hane, bir han, dokuz kayıkhane, iki köşk, üç kahvehane, üç iskele bulunuyordu.

Mirât-ı İstanbul adlı eserde çarşı içerisinde Hacı Salih Paşa tarafından yaptırılmış olan çeşmenin 1823 yılında Asaf İbrahim Paşa tarafından tamir ettirildiği yazılıdır. Yine taş iskelenin ortasında ve denize nazır bulunan çeşmenin de tarihinde Birinci imam olan Rumeli sadrı payesinde bulunan Hacı Hafız Ahmet Kamil Efendi tarafından inşa olunmuştur. Yine bir diğer çeşme Ali Kethüda Cami yakınında olup Sultan Abdülmecit tarafında yaptırılmıştır. Yine bu çeşmenin yakınlarında olan sofada bulunan musluklar da Darüssade ağalarından Beşir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Ayrıca Ahmet b. Ali adlı birisi tarafından 1851 yılında bir çeşme yaptırıldığı da kayıtlar arasındadır.

Yine Mirât-ı İstanbul adlı eserde Pazarbaşı'nda 1908 yılında yeniden inşa edilmiş bir askeri karakol binasından da bahsetmektedir.

Yabancı ülke elçiliklerinin yazlık binalarının Sarıyer ilçesi sahil şeridinde yer alması, havası, denizi, ormanları, bağları, mesire yerlerinin akıllara durgunluk veren güzelliği ve birbirinden güzel suları ile Sarıyer ilgi çeken yerlerdendi. Sarıyer'e "Paşalar Köyü" çok eski yıllardan söylenmiş, sonraları bu söylem terkedilmiş fakat unutulmamıştır. Sarıyer'e "Paşalar Köyü" denmesinin nedeni, gerek Osmanlılar zamanında ve gerekse Cumhuriyet döneminde Sarıyer'den çok paşa çıkması veya pek çok paşanın Sarıyer'de oturmasıydı.

Sarıyer büyüleyici güzelliği, yeşilin her tonunu dağ, bağ ve bahçelerinde taşıması, şifalı suları, nefis havası, sıcakkanlı insanları ve denizden yayılan iyot kokusu ile insanı mest eden bir yer olması nedeni ile gelenler buradan kolay ayrılamazlardı. Sarıyer'in Çırçır Deresi diğer ismiyle Gül Deresi önemli mesire yerlerindendi. Gül bahçelerinin çokluğu nedeniyle Güller Vadisi adını almıştır.

Eskiden İstanbul halkı Kestane Suyu, Fındık Suyu, Hünkâr Suyu ve Çırçır Suyu kaynaklarının bulunduğu bu mesire yerine, memba sularını içmek, gül kokusu ve bülbül sesi ile mest olmak amacıyla giderlermiş. Bu gül bahçesinden Evliya Çelebi de bahsetmektedir. Şöyle ki: “Geniş bir dere içinde Çelebi Solak isimli birinin bir gül gülistan gül bağı var ki Sultan IV. Murad görüp hayran oldular. Sahibi padişaha vermek istediyse de Sultan kabul etmeyerek ihsanda bulundu ve bağın imar olsun buyurmuşlardır.”